30 Temmuz 2015 Perşembe

Sıcak! Daha Da Sıcak Olacak!



Nasıl bir sıcak bu arkadaş, buharlaşmama ramak kaldı! 


Elim kolum kalkmıyor... Dışarı çıksan çıkılmaz, evde dursan bir şey yapmak gelmez içinden bu sıcaklarda... 


Hani hep haberlerde dinleriz ya, son bilmem kaç yılın en şiddetli sıcakları yaşanıyor diye, sanırım bu kez tutturdular ^.^ 


Hani mümkün olsa pılımızı pırtımızı toplayıp Grönland'a taşınasımız var. Yaz bitince birileri bize haber yollasa, o zaman dönsek buralara ^_^


Resmin çözünürlüğü için üzgünüm... İnstagramda paylaşmak üzere cep telefonumun kamerasıyla çekmiştim..


Neyse, sıcak kafama epey vurdu sanırım, sadede geleyim efenim; resimde gördüğünüz obje, zeytinin muhtelif kısımlarından oluşturulmuş bir kasecik... Halamdan yadigar... 


Esasen benim halam yoktur, babam tek çocuktur. Ancak dedemin kız kardeşini öz halam gibi severdim. Yeri çok, çok ayrıdır bende... Trilye demek bir nevi o demekti benim için... 


Velhasılı şimdi sadece ondan geriye kalanlar var; bu kase ve bunun gibi birkaç parçacık eşya. Çok sevdiğim, güzel kalpli o insanı daima hatırlatacak birkaç parça eşyayı da ben sahiplenmek istemiştim vefatından sonra.. 


Gördükçe onu hatırlıyorum, dua ile yâd ediyorum merhumeyi... 


Zeytin demişken, Antik Yunan zamanında gerçekleşen müsabakalarda, kazananlara altın değerinde olan zeytinyağı verilirmiş kupalar içinde. O günden beri bu gelenek süregelmiş, kazananlara yine kupalar verilmiş, ancak şimdilerde içinde zeytinyağı yok tabii... Kupaların içi boşalmış ama şekil korunmuş anlayacağınız.. 


Bu uzun yazıyı okuyanlara da ben bir kupa vermeyi düşünüyorum ayrıca ^_^


Aşkla Kalın!

25 Temmuz 2015 Cumartesi

İlk Taşı En Masum Olanınız Atsın!


Son dönem muhafazakar kesimin kabuk kırma çabalarının yansımalarına baktığımızda gördüğümüz en belirgin şeylerden biri, yaşam tarzında yaşanan değişimler. Ve bu değişimlerin lokomotifliğini yapan, kılık kıyafet tercihleri.

Kılık kıyafet tercihlerinde de en belirgin değişimler, hanım kardeşlerimizin tercihlerinde kendini gösteriyor. Erkeklerin giyim tercihlerinde de elbette kabuk kırmanın yansımalarını görüyoruz ancak bu belki de, hanımlarda yaşanan hızlı ve başdöndürücü(!) değişim kadar gözümüze batmadığı için olsa gerek, es geçiliyor, daha çabuk kabulleniliyor.

Müslüman, diğer Müslüman kardeşi için hüsnü zan ile mükelleftir. Bu yüzden ben erkeklerin, hanımların tesettürleri ile ilgili ahkam kesme gayretlerinin, iyi niyetli olduğuna inanıyorum ya da inanmak istiyorum. Fakat bu inanışımı aklıma ve kalbime kabul ettirmekte de zorluk çekiyorum. Ne kalbim tatmin oluyor ne aklım ikna oluyor. Sussam gönlüm razı olmuyor, konuşsam da tesiri olur mu onu tam kestiremiyorum.

Tesettür, sadece bayanlara emredilmiş değil. Erkeklerin de tesettürü var. Hatta bu en kolay anlaşılır şekli ile "Erkeklerin tesettürü göz kapaklarıdır" denerek, akıllara yerleştirilmiş. Tabi eksik bir tanımlama bu. Fakat bu eksiklik, nasıl diyeyim, özün anlamını yitirmesine ya da tam anlaşılmamasına sebep olacak bir eksiklik değil. Konunun özünü veriyor evet. Erkekler göz kapaklarına hakim olurlarsa, tesettürlerinin gereğini yapmış olurlar nokta. Ama üç nokta. Devamı var. Erkekler göz kapaklarına dikkat ettikleri gibi, dillerine de dikkat etmeli. Dil tesettürü başka bir yazıya konu olabilir. Biz göz kapaklarının tesettüründen yola çıkarsak eğer, zaten dil tesettürüne giden yola da bir patika açmış olacağız.

Şimdi şöyle bir şey var; Erkeklerin göz kapaklarına hakimiyetsizlikleri, dillerine vuruyor. Bu nasıl oluyor? Hanım kardeşinin tesettürünü inceleyecek kadar, hanım kardeşi ile kurulan göz teması ile oluyor. Yani ortada bir göz kapağı tesettürsüzlüğü var.  Ee bu durumda şimdi ortada bir yanlış var mı, yok mu? Bugün bakıyoruz, tesettür konusunda, hanım kardeşlerimizi kıyasıya eleştirerek, Allah’ın ayetini koruduğunu iddia eden beylerin, bir bayanın  ayakkabısının, çantasının, eşarbının, pardösüsünün markasına kadar onu baştan aşağı süzmüş olması, atlanıyor da, “Yahu adam ne kadar da doğru söylüyor, bu kapalı kızlar da kendilerine hiç mi dikkat etmiyorlar, bu nasıl kapalılılık, bu nasıl tesettürlülük...” diye sorulup duruluyor. 

Kimse de çıkıp; “Birader! İyi diyorsun, güzel diyorsun da, sen bu hanım kardeşimizin eşarbının bağlanma şeklini, giydiği ayakkabıyı, pardösüsünün modelini, yüzündeki boyanın tonunu, rengini, gözündeki süsün kalınlığını, inceliğini inceleme fırsatını hangi ara buldun ya da sen bu hakkı ne zaman, nasıl elde ettin? Konuşuyorsun ama konuşurken aslında kendini ihbar ediyor, suçüstü yakalanıyorsun!”  demiyor, diyemiyor. Neden? Çünkü eleştirmek en kolayı. Çünkü biz en doğruyuz ve herkes yanlış. En yanlış da, kapanmanın hakkını veremeyen bayanlar.

Bilmiyorum sert mi oldu ya da yumuşak mı oldu? Tam mı oldu, eksik mi oldu? Ama ne olduysa oldu, nasıl olduysa oldu. İnanıyorum ki, herkesin önce kendisine bakmasını düşündürebilmek için bir çaba oldu, bir gayret oldu. Benim gayretim daha da sürecek inşallah ama sadece benle olmaz, hepimiz, önce kendimize bakma, kendimizi eleştirme konusunda daha sert, daha haşin, daha acımasız olmalıyız.

Evet şu bir gerçek ki; erkek egemen bir toplum olmanın da getirisiyle, her konuda ahkam kesme hakkına doğuştan sahip olduğuna inanan erkeklerin, bilhassa bayan kardeşlerimizin tesettürleri konusunda ahkam kesebilmesi için, önce kendi yaşayışlarına bir bakmaları gerekiyor. Bayan kardeşlerimizin de, kendilerine eleştirel bir gözle bakmaları, bir öz eleştiri cesaretine sahip olmaları... Ben inanıyorum ki bu durum, Allah’ın izniyle, sorunların çözümünde büyük ve önemli bir adım olacak.

Herkes önce kendisini düzeltirse, İslam toplumunun düzeldiğini, İslam toplumunun düzelmesi ile de insanlığın kurtulduğunu görecektir.



Yani işe nereden başlayalım ?

Kendimizden başlayalım.

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Kitap Kokusu - Yıldız Tozu

Bir cerrah olduğunuz varsayımından yola çıkarak kendinize şu soruyu sorun: Beyin fonksiyonlarında görülen ciddi hasar sebebiyle bitkisel hayata girmiş bir kadının ,yaşam ünitesine bağlı kalarak yaşatılmasına izin verir miydiniz? Dahası, bu kadın henüz hamile biriyse kararınız ne yönde olurdu?

Ötenazi, yani ölüm hakkı birçok filme ve kitaba konu olmuş hassas bir mesele. Bunun üzerine uzun uzun tartışılabilir ancak bu yazımda bahsetmek istediğimkitaba haksızlık olmaması açısından, bu konuyu teğet geçiyorum. Ancak ötenazi hakkındaki fikirlerimi merak ediyorsanız, harikulade bir Bollywood yapımı olan Guzaarish hakkındaki bu yazımı okuyabilirsiniz. 

Yıldız Tozu isimli bu güzel kitabımızın baş kahramanları olan Matt ve Elle çocukluk arkadaşlarıdır. Birbirlerine duydukları o masum sevgi kuvvetlenir zamanla ve yetişkin birey olduklarında evlenirler. Elle güçlü bir kadındır, hayallerinin peşinden gitmeyi, onları gerçekleştirmeyi sever. Matt ise bir kadının bir erkekte isteyebileceği neredeyse bütün güzel niteliklere sahip olan mükemmel bir eştir. Her fırsatta karısını onure eden, onun varlığıyla kendini lütuflandırılmış gibi hisseden duygusal ve romantik bir eş.

Elle'nin en büyük arzusu anne olabilmektir ancak bazı sağlık problemlerinden dolayı hamilelikleri başarısızlıkla sonuçlanır. Doktorlar Elle'nin sağlığı için yeniden hamile kalmasının hayati risk taşıdığını söylemiş olsalar da Elle'nin o güçlü ve azimli karakteri bu kadar kolay pes etmek istemez. Yeniden deneyebilmek için eşi Matt'i ikna etmeye çalışırlar. Matt ise bir bebek uğruna eşini kaybetmeyi göze alamayacağını, bu konunun bir daha açılmaksızın kapanmasını ister.

Elle bir kaza geçirir ve apar topar hastaneye götürülür. Zaten beyin cerrahı olan eşi Matt, karısı Elle'nin hastaneye geldiği andaki durumunu görür görmez büyük bir yıkıma uğrar. Yaşadıkları şehrin en iyi beyin cerrahlarından biri olmasına rağmen çok sevdiği, gözünden sakındığı eşi Elle için yapabileceği hiçbir şeyin olmadığını görmek onu kahreder.

Elle'nin beyin ölümünün gerçekleşmesinden hemen bir kaç saat önce bazı testler yapılır. Elle hamiledir. 

İşte kitabın asıl ivme kazandığı yer buradan sonrası.



Kitap oldukça kalın ancak öyle hararetli bir şekilde ilerliyor ki olaylar, elimden bırakamadım. Gece yarısına kadar okuyup ertesi gün uykusuzlukla kıvranmış olsam dahi, o kitabı bitirmeden uyuyamayacağımı çok iyi biliyordum. 

Kitabı okurken sıkıldığını söyleyen yorumculara rastladım. Elle'nin hastahanede geçirdiği süre zarfında yaşadığı olaylar anlatılırken bolca tıbbi terim kullanılmış. Bu da -yanlış hatırlamıyorsam- yazar Priscille Sibley'in bir yoğun bakım hemşiresi olmasının bir sonucu. Hatun olaya vakıf anlayacağınız. Elle'nin başına gelenler, yaşadığı tıbbi süreçler gerçeğe neredeyse bire bir gerçeğe uygun olarak aktarılmış. Bu yüzden, bu kitabı okumak bana sanki gerçek bir hikayeyi birinden dinliyormuşum hissi verdi. Bir sonraki sayfaya geçebilmek için sabırsızlandım durdum.

Kitabı hem büyük bir merakla okudum hem de hiç bitmesin istedim. "Senden Önce Ben" isimli -o herkesin ağlamaktan harap olduğu bu malum kitaba bile zerre göz yaşı akıtmamış biri olarak, ben ağlayamamışsam kesin bende bir problem var artık ağlayamıyorum, eyvahlar olsun diye sızlanırken, bu kitabı okurken kendimi salya sümük ağlarken buldum ^_^

Velhasılı, pembe kitap severlere sesleniyorum: alın ve hemen okuyun! Zaten yayınevi Arkadya'ysa, çok da düşünmemek lazım öyle değil mi? Bu güne kadar bu yayınevinden çıkmış kitapların  birkaçı dışında beni hayal kırıklığına uğratanı olmadı.

Bir de, bu kitabı okuyunca insan Matt gibi bir hayat arkadaşı olsun istiyor ama elhamdülillah bu tarz şeylerin sadece kitaplarda ve filmlerde olduğunu artık biliyoruz :) Yine de ümitvarız!

Aşkla Kalın!

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Ramazan-ı Şerif Halleri

Bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi'ni dün itibariyle uğurladık. Bu mübarek geceyi daha güzel değerlendirmek adına Bursa'nın en ünlü, en bilinen camisi olan Ulucami'ye gitmeye karar verdik sevgili ailemle. Doğduğum, büyüdüğüm şehir olmasına rağmen, Kadir Gecesi'ni Ulucami'de idrak edebilmek ilk defa nasip oldu. Ve dünün tesiri hala üzerimde. Bıraksalar ebediyyen, dünde kalabilirim...

Bu kadar insanı bir arada ömrümce görmedim ben. Muazzam ötesi bir kalabalık. Bursa'yı bilenler tarifimi daha iyi anlayacaktır: Ulucami'nin tüm avlusundan tutun, fıskiyelerin oradaki meydanın sonuna kadar uzayıp giden bir kalabalık... Hayatımda bu kadar çok insanın, böylesine ulvi bir amaç uğruna bir araya geldiğine daha önce tanıklık etmedim ben... 

Nasıl sevinçliyim, sanki kelebek gibi kalbim. Ülkemizde ve dünyada yaşanan onca zulme, onca haksızlığa rağmen; ahir zaman insanın bulunduğu noktaya rağmen; o kadar insanın el açtığını, omuz omuza saf tuttuğunu, ve en can-u gönülden aminlerle dualara mukabele ettiğini görmek harikulade bir duygu...

Binlercesiyle minareden duyulacak Ezan-ı Muhammediye sedasını beklemek, hep bir anda oruç açmak; birlikte tekbir almak ve birlikte Yaradan'ın huzuruna durmak muazzamdı... Böyle bir anı yaşayabildiğim için inanılmaz mutluyum. Bu bir nasip meselesi. Biliyorum ki, Ancak Allah çağırırsa kuluna nasip olur huzuruna gitmek... Orada binlerce şanslı insan vardı, kim bilir kaçı bunun farkındaydı.

İdrak kulağını gaflet pamuğu tıkayana nasihat fayda etmez der Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri. Bu sözü düşündüm o binlerin içerisindeyken. Nasıl bir gaflet pamuğu tıkamışsa kulaklarımızı, duyamıyoruz hakikat nasihatlerini. O gaflet perdesi yüzünden göremiyoruz bu menzilin sonunu...



Bana gelince... Bu Ramazan-ı Şerif bir çok anlamda güzelliklere, hayırlara vesile oldu benim için. Hayatımı gözden geçirebildiğim, daha radikal kararlar alabildiğim ve bu kararları uygulayabildiğim bir ay oldu. 

Sırada bekleyen, ancak dünyalık tasalar taşıyan meseleleri anlatan kitaplardan sıyrılıp, ilmi kitaplara yönelebildim... Daha fazla tefekkür edebildim... Dua edebildim... Şükredebildim... Ailemle birlikte iftar ve sahur sevincini doya doya yaşayabildim elhamdülillah...

*

Şimdi, iki gün sonra bitiyor mu bu güzel, bu baldan tatlı ay? Hakkıyla idrak edemedik, kadr-ü kıymetini bilemedik her zamanki gibi... Ümitvarım. Dilerim Rabbim bu ayda tuttuğumuz oruçları, kıldığımız namazları, yaptığımız tüm ibadetleri katında makbul amellerden eyler. Allah indinde güzel olan, edindiğimiz tüm halleri, tüm davranışları, birer alışkanlığa ve hayat biçimine dönüştürebilmek yolunda istikrar sağlamamızı nasip eder...

Bilmem ki bir sonrakine erişmek nasip olur mu yeniden? İnşallah... Rabbim tüm sevdiklerimizle beraber, bu baldan tatlı aya yeniden eriştirsin bizleri.

Ramazan-ı Şerif'i ne kadar idrak edebilmiş ve Ramazan-ı Şerif'ten ne kadar istifade edebilmişse, o kadar büyüktür Müslüman'ın bayram sevinci.

Bayramımız şimdiden mübarek ola!

Aşkla Kalın!

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Tefekkür Halleri

Yüce Allah'ın her isminin ve her sıfatının varlık alemine birer yansıması vardır. "Er-Rahman" ve "Er-Rahim" esmalarının en güzel tecellisi ise annelerde vuku bulur.

Cânım guguk kuşlarından biri ana olmuş, bizim mutfak balkonumuzdaki succulentimizi kendine yuva bilmiş, toplamış çalısını çırpısını yavrusuna beşik etmiş. Kâh gözlüyor karşıdaki elektrik telinden, kâh üzerine kuluçkaya yatıyor yavrusunun.

Bize de bu güzel varoluşu keyifle temaşaa etmek düşüyor. Ve bu anne guguk kuşunun succulentimize gösterdiği teveccüh vesilesiyle buna şahit olabildiğimiz için şükretmek ve bolca tefekkür etmek elbette ^_^





Ramazan-ı Şerifiniz hâyırla sürsün, hâyırlar getirsin inşâallah.

Aşkla Kalın!

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Mutfaktan Bildiriyorum!

Ramazan-ı Şerif tüm güzelliğiyle sürüyor hamdolsun. Bu seneki Ramazan-ı Şerif'in neredeyse tamamını ailemle idrak edecek olmanın mutluluğu içerisindeyim.

Benim için Ramazan-ı Şerif'in en güzel taraflarından biri iftar davetleri. Sevdiklerimizle birlikte paylaşılan iftar sevinci; aynı sofrada ezanı beklemek, oruçlu ağızlarla el açıp birlikte dua etmek yenilen yemeklerden bin kat daha lezzetli benim için. 

Yalnız bir noktada safımı belli etmek istiyorum. İftar sofralarının bir şölene dönüşmesine karşıyım arkadaşlar... Ramazan-ı Şerif'in ruhuna aykırı bu tarz sofralar. Tüm günü oruçla geçiriyor olsak bile, çeşit çeşit yemeklerle donatılan sofralarda işkembeyi tıka basa doldurmak bizim Ramazan-ı Şerif'in manevi feyzinden uzaklaştırmaz mı? Nefes alamaz hale gelene kadar yersek açın halinden nasıl anlarız?  Hele ki, o sofralardaki yemekler israf olunuyorsa, vay o sofranın sahibinin ahvaline!

Bizim sofralarımız oldukça mütevazi hamdolsun. Biz bu evin hanımları olarak, iftara davet ettiğimiz misafirlerimiz için pişecek yemekler konusunda iş bölümü yapıyoruz. Malum, bir mutfakta birden fazla şef olmaz ^_^ Bu yüzden, çorbalar ve tatlılar bana, ana yemekler anneme ait. 

Ben şerbetli tatlılarla arası olmayan biriyim. Sevdiğim birkaç şerbetli tatlı dışında diğerlerini yemek konusunda iştahsızımdır. Ama sütlü ve çikolatalı tatlılar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim ne yazık ki ^_^

Tüm günü oruçlu geçirdikten sonra şerbetli tatlı yemek, mideye işkence çektirmek gibi geliyor bana. O yüzden, iftar için genelde hafif tatlılar tercih ediyorum. Hele de kolay ve pratik olanlar favorilerim ^_^

Bugün tarifini vereceğim tatlı ise hem oldukça hafif hem de pratik bir yaz tatlısı. Yiyen herkes tarafından tam not aldı, isteyen herkesle tarifi severek paylaşıldı ^_^



Tatlının muhteviyatı birkaç malzemeden oluşuyor; bir paket kedi dili büsküvi, bir paket süt, bir paket vişne suyu, iki paket vanilyalı puding. İşte hepsi bu kadar!

Öncelikle kedi dili bisküvileri, tatlıyı yapacağımız tepsiye diziyoruz. Ben dikdörtgen bir borcam kullandım. Kedi dili bisküvileri dizdikten sonra herhangi bir ıslatma  işlemi uygulamamıza gerek yok çünkü üzerine, pişirdiğimiz vanilyalı pudingi sıcakken dökeceğiz.

Vanilyalı pudingin pişirilmesi mevzusuna uzun uzadıya değinmemize gerek yok. Arkadaki tarifte anlatıldığı gibi pişiriyoruz. Ocaktan aldıktan hemen sonra, pudingimizi kedi dili bisküvilerinin üzerine eşit şekilde döküyoruz.

Bu şekliyle pudingin iyice soğumasını bekliyoruz. Bu önemli bir püf noktası, çünkü sıcakken ikinci katmanı dökerseniz malzemeler birbirine karışır.

Gelelim sonuncu kısma: Bir litre vişne suyunu ve elimizdeki vanilyalı puding paketini tencereye boşaltıyoruz. Aynı usül pişiriyoruz. (Eğer elinizde vişne reçeli varsa bunu sulandırabilirsiniz. Ben hazır vişne suyu kullandım.) Öncesinde pembemsi bir görünümde olan karışımınız kıvam aldıkça bordo bir renge dönüşecek.

Pişirme işlemi bittikten sonra bu karışımı soğuyan vanilyalı pudingin üzerine yine eşit şekilde yayıyoruz. Yeterince soğuduktan sonra dolaba alıyoruz. Eğer vakit sıkıntımız yoksa en az bir gece dolapta bekletiyoruz. Servis yapmadan önce üzerini hindistan cevizi ile süsleyip, dilimleyerek servis ediyoruz.

Sonrasında da afiyetle yiyoruz ve yiyenlerden güzel güzel iltifatlar alıyoruz ^_^

Aşkla kalın!


BLOG DESIGN-Değmesin Yağlı Boya