26 Haziran 2013 Çarşamba

"Sükredenlerden Suheyb" ve "Sabredenlerden Hifa"

Hifa Hatun başka güzeldir, methi hızla yayılır. Bırakın hekimleri, tüccarları, vezirler, sultanlar sıraya girer.Ancak o Necaşi gibi bir İmparatoru bile reddeder sadece ve sadece Allah'ın rızasını diler.

Ama taliplerin ardı arkası kesilmez. Kimi ayaklarına halılar serer... Kimi cevahirler döker... Yüz kızıl tüylü deveyi getirip kapısına bağlayanları mı sorarsınız, yoksa saray anahtarlarını önüne atanları mı?

 
Hifa Hatun bütün bunlara dönüp bakmaz bile, Efendimizin huzuruna çıkıp "Ey Allah'ın Resûlü" der, "Bana cennete götürecek bir şeyler öğret." Doğrusu o, Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) "Gündüzleri oruç tut" ya da "Geceleri namaz kıl" gibi bir tavsiyede bulunacağını sanır ama Server-i Kâinat "Önce evlenmen lâzım" buyururlar "Zira bununla dininin yarısını emniyete alırsın!"

Hifa, büyük bir teslimiyetle boynunu büker ve "Siz kimi münasip görürseniz ben ona razıyım" der.
 
 
Mâlum, o sıradan bir hanım değildir ve onu nikahına alacak erkeğin de "özel" olması gerekir. Lâkin Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ne kimseye ümid verir, ne de kimsenin ümidini kırar. Her zamanki gibi pratik bir çare bulur: "Yarın sabah mescide ilk gelenle evlen" buyururlar. Bu teklifi herkesin hoşuna gider, talipler erken kalkmak için tedbirler düşünür. 
 
Bu haberi elbette Hazret-i Suheyb de duyar ama dikkate almaz. Zira o fakir ve kimsesiz biridir. Evi yurdu yoktur ve karnını zor doyurur. Kah ağaç altlarına uzanır, kâh mescid gölgelerine kıvrılır.

Ama bakın şu işe ki o gece Allahü teâlâ bütün sahabelere derin bir uyku verir, Hifa Hatun'un talipleri gözlerine çöken ağırlığa yenilirler.
 

Resulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) her zamanki gibi imsak sökerken mescide gelir ve talihli sahabeyi bekler.Süheyb mescide girer. Resulullah Efendimiz namazdan sonra Hifa Hatunu çağırtıp neticeyi bildirir. Hazret-i Hifa büyük bir teslimiyetle kabul eder. 
 
 Efendimiz güzel bir hutbe okur ve nikah akidlerini yaparlar.
Sonra şanslı sahabeye döner "Ey Süheyb" buyururlar, "Şimdi hanımına bir hediye al ve tut elinden evine götür." Suheyb Radıyallahu anh ellerini çaresizlikle iki yana açar: "İyi ama benim ne bir dirhem gümüşüm, ne de sığınacak evim var."


Hifa Hatun kocasının boynunu büktürmez, ona içinde on bin dirhem gümüş olan bir heybe gönderir ve "Filanca yerdeki köşkümü sana hediye ettim" der. Alemlerin Efendisi çok hislenir onlara hayır dualar ederler.


Süheyb, o gün Medine sokaklarında dolanır durur, akşama doğru utana sıkıla konağa sokulur. Kendisi için hazırlanan muhteşem sofradan ya bir ya iki hurma alır ve "Ya Hifa" der, "Biliyorum sen benim için bulunmaz bir nimetsin, ben ise senin için sadece mihnetim. Ben şükretsem gerek, sen sabretsen gerek. İster misin şu geceyi taat ve ibadetle geçirelim zira Efendimiz (Sallallahü aleyhi ve sellem) "Cennette yüksek bir çardak vardır. Orada yalnız şükredenlerle sabredenler otururlar." buyurdular.

 

Ve öyle de yaparlar. Seccadelerini gözyaşları ile ıslatır, kalplerini zikİr ile aydınlatırlar. Cebrail Aleyhisselam olup biteni Resulullah Efendimize anlatır ve onları Allahü teâlânın cenneti ve cemaliyle müjdeler. 
 


Ertesi sabah, namazdan sonra Efendimiz Suheyb'i yanlarına oturtur "Ey Süheyb" buyururlar "Geceki halini sen mi anlatırsın ben mi anlatayım?" Süheyb gözlerini kucağına indirir, zor duyulan bir sesle "Allahın Resulü en iyisini bilir" cevabını verir. 

 

Efendimiz onlara "Ne mutlu size" gibilerinden bakar, "İkiniz de cennetliksiniz" buyururlar, "... ve Allahü teâlâyı göreceksiniz!" Süheyb derhal secdeye kapanır ve "Ya Rabbi!" diye yalvarır, "O ki beni mağfiret ettin, günahlara bulaşmadan canımı al!" 
 


Allahü teâlâ bu duayı kabul eder, Suheyb, secdede kalakalır. Mescidde bulunanlar ağlamaklı olurlar.

Resulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) "Size daha şaşılacak bir şey söyleyeyim mi? Şu anda Hifa Hatun da ruhunu Hakka teslim etti" buyururlar.
 
 

Namazlarını, yüzü suyu hürmetine yaratıldığımız o yüce Server kıldırır. İkisini yan yana toprağa bırakırlar. Baş uçlarına küçük bir tahta çakar. Birine "Şükredenlerden Suheyb" yazarlar, öbürüne "Sabredenlerden Hifa!"

♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥

 Birçok hadis-i şerif mevcut evliliğin önemine değinen... Peygamber Efendimiz sav şöyle buyurmuşlardır:
    • "Nikah benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir" 
    • "Hayırlı eş, huzurun başlangıcıdır" 
    • “Aziz ve celil olan Allah nezdinde evlilikten daha sevimli ve değerli bir bina inşa edilmemiştir.”  
    • “Genç yaşta evlenen her gencin şeytanı şöyle feryat eder: “Vay olsun ona, vay olsun ona! Dininin üçte ikisini benden korudu.”O halde kul dinin diğer üçte birisi için de Allah’tan korkmalıdır." 
    • "Evleniniz! Zira ben, diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuz ile iftihar edeceğim."
    • “Sizin en şerlilerinizbekârlarınızdır, ölülerinizin en şerlileri de bekârlarmızdır”


En içten sevgilerimle...

18 Haziran 2013 Salı

Barfi! Aşkın Dile Ihtiyacı Yoktur.

Yepyeni bir Bollywood filmiyle daha yine sizlerleyim. Bugünkü filmimiz "Barfi!" "Aşkın Dile İhtiyacı Yoktur."

2012 Hindistan yapımı filmin yönetmenliğini Anurag Basu üstlenmiş.

Film, Türkiye sinemalarında 10 Mayıs 2013'de gösterime girmiş olup, büyük bir ilgiyle karşılanmıştır.

Barfi rolüyle Ranbir Kapoor, Shuriti rolüyle Ileana D'Cruz ve Jhilmil rolüyle de Priyanka Chopra  eşlik ediyor filmin başrol oyuncuları olarak. Gelelim filmimizin konusuna:

Gerçek adı Murphy olan ancak hem işitme hem de konuşma özürlü olduğu için adını "Barfi" olarak telaffuz edebilen bir gençtir Barfi ancak buna rağmen hayat dolu, neşeli ve sevecen; her yönüyle pozitif bir kişiliktir. Barfi'deki engellerin kendi hayatını hiç de etkilemediğini, hatta kendisine has bir üslupla herşeyin üstesinden  gelebildiğini görüp, o duyguyu yüreğinizin en kuytu köşelerinde duyumsayabiliyorsunuz. 

Çünkü Barfi'nin kalbinde taşıdığı koskocaman bir insan sevgisi, şefkat ve merhamet var...

 

Barfi, yaşadığı şehre taşınan Shuriti adında genç bir kızla tanıştığında daha önce hiç hissetmediği duygularla tanışmaya başlar. 

Shruti üç ay içerisinde başka biriyle evlenecek olmasına rağmen zamanla O da Barfi'ye karşı birşeyler hissetmeye başlar. 

Öte yandan, Shuriti'nin ailesi de onun kendi gibi normal bir erkekle evlenip mutlu bir hayat kurmasından yanadır. 

"Senin duymak istediğin kelimeleri söyleyemez. Sen de O'na duymak istediklerini duyuramazsın." der Shuriti'nin annesi ve ayırır Barfi'yle kızının yollarını...


Barfi bu umutsuz aşktan yorulmuş, yepyeni bir hayata başlamıştır. 

Babasının ameliyat masrafını karşılamak için çocukluğundan beri tanıdığı ve onu koşulsuzca seven ve güvenen tek kişi olan Jhilmil adında otistik bir kızla yeniden aynı duyguları yaşamaya başlar Barfi. Jhilmil'i kaçırmakla suçlanınca da polis tarafından aranmaktadır, başı beladadır. 

Bu da yetmezmiş gibi bir de karşısına Shruti çıkar. İşte o an, Barfi'nin seçim yapmak zorunda olduğu andır.



Hint sinemasının son dönemdeki en ses getiren yapımlarından biri olan "Barfi!" ülkesinin sınırları dışından da bol övgü almıştı. 

Film ayrıca, 85. Akademi Ödülleri'nde "Yabancı Dilde En İyi Film" kategorisinde Hindistan'ı temsil etmesi için de seçilmişti.


Barfi! kesinlikle izlenilmesi gerekn filmlerden. İzlerken insana yaşama sevinci veren, izledikten sonra da hayatı farklı bir biçimde sorgulatan filmleri çok seviyorum. Ve nedense bana da bu film "Le Fabuleux Destin D'Amelie Poulain"  anımsattı. O filmde de aynı yaşama sevincini hissetmiştim.


Kısacası, süslü püslü laflar olmadan aşkın en yalın haliyle anlatıldığı; hem romantik hem de komedi türünü içine alan, kalbimizden içeri sessizce giren bir film Barfi!.

Keyifli seyirler diliyorum.

Sevgilerimle.




11 Haziran 2013 Salı

Sil Baştan Başlamak Gerek Bazen

Kurbağalar bir gün yarışma düzenlemiş. Hedef; çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. 

Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmış ve yarış başlamış.



Gerçekte seyirciler arasında hiç biri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece şu sesler duyulabiliyormuş: ''Zavallılar! hiç bir zaman başaramayacaklar!''

Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırmaya devam ediyorlarmış: ''Zavallılar! hiç bir zaman başaramayacaklar!''




Sonunda bir tanesi hariç, hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içerisinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş;''Bu işi nasıl başardın?'' diye. 

O anda farkına varmışlar ki; Kuleye çıkan kurbağa sağırmış!


Siz de, hayallerinizi gerçekleştiremeyeceğinizi söyleyen söz ve kişilere karşı hep sağır kalın. 


Olumsuz düşünen insanları duymayın. Çoğu zaman bunu başarmak zordur, hatta çoğu zaman kendi başarısızlıklarımızın bahanesi olur bu insanların hakkımızdaki düşünceleri. "Zaten ben..." lerle başlar bahanelerimiz...

Birçoğumuz hayatımızda irili ufaklı başarısızlıkları tadıyoruz. Başarısızlıklarımızın ardından gelen en büyük başarı ise bahaneler üretmek oluyor çoğu zaman.

Oysa bahane bulmaya harcadığımız zamanı yılmadan -yine ve yeniden- yaptığımız işe yönelmeyi deneyebilsek?

Başarısızlıklarımızla barışıp, bahanelerimizden arınıp, azimle ve kararlılıkla yola devam edebilsek?

Yok değil, bunu yapabilen insanlarla dolu yeni tarih. Çoğu da başarılarıyla yakından tanıdığımız ünlü simalar.

Buyrun birlikte bakalım kimmiş bu isimler ve başarısızlıklarını merdiven yaparak nasıl yükselmeyi başarmışlar:


Alfred Nobel:
Hani şu ünlü bilim adamlarının aldığı ödül… Alfred Nobel adlı bilim adamı soyadının unutulmaması ve bilim adamlarının değer bulması için Nobel ödülleri verilmesini şart koşarak bütün servetini bir kuruma bağışlamıştır. Bu bilim adamı İsviçreli bir kimyacıymış. Patlayıcılarla uğraştığı için ilk çalışmasında laboratuarı yıkmış. Daha sonra pes etmeyip diğer fabrikalarını kurmuş ve çalışmalarında çok iyi yerlere gelmiş. Şu an çoğu kişi, onun kim olduğunu bilmese bile ödüllerine önem veriyor.



Albert Einstein
“Ben atomu insanlığa hizmet etmek için buldum. Onlar bomba yapıp birbirlerini yok ettiler.” sözüyle yaptığı en iyi şey için pişmanlıklarını dile getirmiş Albert Einstein. O da en iyilerden biri. Altı yaşına kadar konuşamamış. Dokuz yaşına kadar okuyamamış. Öğretmenleri tarafından geri zekalı olarak bilinirmiş. Üniversiteyi de kazanamamış, ama “İzafiyet Teorisi” nin sahibidir kendisi.



Thomos Alva Edison
Michigan Port Huran İlkokulu öğretmeni, ailesinin başarısız olduğu gerekçesiyle okuldan aldığı öğrencisi Edison için, “O BEYİNSİZ BİR ÇOCUK ve HİÇBİR İŞTE BAŞARILI OLAMAZ!” demişti.


Daha sonraki yıllarda Edison, yaptığı kimyasal deneylerden birinin patlaması sonucu telgraf ofisindeki işinden kovulmuştu.
Asla pes etmeye niyeti olmayan Edison, yaptığı buluşlar sayesinde bir süre sonra “Menlo parkı sihirbazı” olarak anılmaya başlamıştı.

Edison elektrik ampulü başta olmak üzere (ki gerçekleştirmek için tam 9999 kere denemiştir ve 9999. denemesinde icat etmiştir.) insanlığın hayatını kolaylaştıran icatları nedeniyle tarih boyunca unutulmayacak bilim adamları listesine adını yazdırmayı başardı.


Michael Jordan  

 Michael Jordan lise ikinci sınıf öğrencisiyken, okul basket takımına alınmadı. Antrenörü, onun bu konuda yetenekli olmadığını, boyunun kısa olduğunu söyleyerek takımda yer alamayacağını söyledi. 
 Eve geldiğinde Michael Jordan’ın morali çok bozuktu, adeta yıkılmıştı… Hemen odasına çıktı ve ağlamaya başladı. Hayalleri yıkılmıştı. Durumu fark eden annesi odaya girdi ve “Neler oluyor?” diye sordu.

“Takıma giremedim,” diye yanıt verdi Michael Jordan.
“Bana sen yetersizsin, küçüksün dediler…”


Annesi bunun üzerine kolunu oğlunun boynuna dolar. “Bak” dedi, “ÖNEMLİ OLAN, TAKIMIN İÇİNDE SENİN NE KADAR KÜÇÜK OLDUĞUN DEĞİLDİR; SENİN İÇİNDE NE KADAR BÜYÜK BİR TAKIM OLDUĞUDUR…”


Bu sözler genç basketbolcu Michael Jordan için yeni bir başlangıç oluşturdu. Artık ne istediğini çok daha iyi biliyordu. Bunun üzerine çalışmaya başladı. Her geçen gün temposunu arttırdı. Bir dahaki seçmelerde okul takımına girdi.
Bu onun basketbol yaşamının ilk basamağıydı.
Önce amatör, ardından profesyonel lige transfer oldu.
O şimdi, yalnız ABD’nin değil, dünyanın yetiştirdiği “EN BÜYÜK BASKETBOL YILDIZI” unvanını taşıyor.

Elvis Presley
Elvis ilk başvurduğu müzik stüdyosu patronundan şu sözleri işitmişti: “GİT ve KAMYON ŞÖFORLÜĞÜNE DEVAM ET !”


Beethoven
Müzik tarihinin en büyük isimlerinden biri olan Beethoven’ın keman tutuşunu gören hocası onun için “MÜZİSYEN OLMAK İÇİN HİÇBİR UMUT VAAD ETMİYOR !” demişti.



Richard Bach 
Richard Bach’ın “MARTI” adlı kitabı tam 18 yayınevi tarafından reddedildikten sonra, 19. denemeyi göze aldı ve 1970 yılında basıldığından günümüze dek büyük ilgi gördü, milyonlarca kişi tarafından okundu.



Sylvestor Stallone:
Rambo ismini mutlaka duymuşsunuzdur. Sylvester Stallone artistlik bürosuna başvurduğunda “Hey! Sen tam bizim aradığımız insansın. Hemen gel, sana bir filmde rol verelim!” mi dediler sanıyorsunuz?
Hayır, Sylvester Stallone başarıya ulaşıncaya kadar ret üstüne ret cevaplarına dayanma gücü gösterdi.

İşe başladığında BİNDEN fazla ret cevabıyla karşılaştı.
New York’ta bulabildiği tüm artistlik bürolarına başvurdu ve hepsinden hayır cevabı aldı. Fakat zorlamaya, denemeye devam etti ve sonunda “Rocky” filmini yaptı. Stallone, bin kez hayır cevabı almasına rağmen, BİN BİRİNCİ kapıyı çalma cesaretini göstermişti !



Ve işte bu liste böyle uzar gider... Başkalarının başarı hikayelerini okumak elbette büyük bir motivasyon sağlıyor insana ama bence en güzeli kendi başarı hikayemizin yazarı olabilmek.

Şöyle bir geriye dönüp baktığımızda, ufak bir başarısızlık dolayısıyla ne çok şeylerden vazgeçebildiğini farkediyor insan... Belki kendi kendimizin kösteği olduk belki de başkaları yapamayacağımıza inandırdı bizi...

Evet, şimdi; tam da şuan. Hiç de geç kalmış sayılmayız aslında. Hala bize verilen ömür nimeti içinde nefes tüketiyorsan, hala canımız bedenimizdeyse ümitvar olmalıyız. Zor olarak görülen, imkansız olarak bulunan her ne varsa tekrar gözden geçirmeliyiz. Gittiğimiz yol bizi istediğimiz yola ulaştırmadı diye vazgeçmek olmaz, başka yollar denemeliyiz.

Hani bazı sorular vardır, öyle zor gelir ki bize. Oysa çözüm yöntemini değiştirince görürüz ki aslında çok da basitmiş. Gereken sadece aynı soruna başka alternatif çözümler üretebilmekmiş.

İnşallah hayatımızda karşılaştığımız sorunları kendimize merdiven yapıp bir adım daha yukarıya çıkarız.

Zorluklardan yılmayanlara, "Zoru severim, imkansız zaman alır" diyenlere, Sophokles'in bu bilge sözlerini ve bir Elvis Presley şarkısı olan "Suspicious Mind" ı armağan ederek yazıma son veriyorum.

Sevgilerimle.


Büyük hayalleri, küçük hayatları vardı.
Hayallerinin verdiği umutla yola çıktılar.
Başlangıçta tek sermayeleri cesaretleriydi.
Paraları yoktu. Çevreleri yoktu. Zorluk çoktu.
Çevredekiler “senden birşey olmaz” derken,
Küçük imkanlarla, büyük engelleri aştılar.
Çoğu kez yenile yenile yenmeyi öğrendiler.
Omuzları yerçekimine yenik düşse de bazen,
Yılgın, yorgun, yalnız olsalar da bazen,
Yenilmediler. Pes etmediler. Başardılar.
“İnsan isterse”, ama gerçekten isterse,
hayata en çok istediğini yapar dedirttiler!
İnsan isterse cenneti cehenneme,
cehennemi de cennete çevirebilir.



9 Haziran 2013 Pazar

Black


"Herkesin alfabesi a ,b,c,d,e ile başlarken senin alfaben B,L,A,C,K ile başlıyor, bunu bilmen lazım"

Hayatımda yüzlerce film izledim ama sayıları bir elimin parmaklarını geçmeyen, benim için özel olan filmler vardır. İşte şu saniyelerden itibaren "Black" da onlardan biri oldu. Duygu dünyamı öylesine derinden etkiledi ki film bittikten sonra tek bir dakika bile beklemeden sizlerle paylaşmak istedim.

İstedim ki herkes ölmeden önce mutlaka bu filmi izlemiş olsun. Hani klişe bir laftır, "Anlatılmaz, yaşanır" derler ya, bu film baştan ayağa öyle. Film öylesine harika ki, benim kelimelerim kesinlikle kifayetsiz kalacaktır anlatmak için ama yine de dilimin döndüğünce kendi düşüncelerimi paylaşmadan edemeyeceğim.


2 yaşındayken bir hastalık geçirdiğinizi, görme ve duyma yetinizi kaybettiğinizi hayal edin. Edebilmek çok zor değil mi? Şuan sahip olduğumuz bu iki nimetin değeri sadece kaybedilince anlaşılır. 

İşte Michelle McNally hayatının tamamını karanlık içerisinde yaşayarak geçiren bir kızdır. 2 yaşından sonra geçirdiği rahatsızlık, onun görme ve duyma engelli olmasına neden olmuştur. 

Ailesinin ümidi kestiği, karnlık içerisinde yaşamaya mahkum bırakılmış bu kızın hayatı birden değişir. Filmdeki tabir ile "ışık sihirbazı" öğretmen Debraj Saha ile tanışmalarının ardından Michelle için yepyeni bir dünyanın kapıları ardına kadar açılır... 

Michelle için hayat, öğretmeni Debraj ile tanışmadan önce tamamen karanlık ve sessizdir. Michelle bu karanlık dünyasında olan bitenden öylesine habersizdir ve öylesine korkmaktadır ki tam anlamıyla hayatı yaşamaya Debraj'ı tanıdıktan sonra başlamıştır. 

Debraj, herkesin ümitsiz olduğu Michelle'e gören göz, duyan kulak olur. Tabir-i caizse "iki bedende tek ruh" olurlar. Öğretmeni sayesinde Michelle kendi karanlığından kurtulmuş, ayakları üzerinde durmayı öğrenmiştir.



Film kesinlikle bir başyapıt. İçindeki hangi kısma değinsem bilemiyorum... Bu film beni; düşüncelerimi, duygularımı derinden etkiledi. Film boyunca Debraj ve Michelle'in elleri aracılığıyla iletişim kurmaları, şuan, yazabilen ellerim, yazdıklarımı okuyabilen gözlerim olduğu için şükretmem gerektiğini bir kez daha farkettirdi bana...

Filmi izlerken bir ara Michelle ile bütünleştiğimi hissettim; kapkaranlık bir dünyada yaşamak nasıl olurdu ki? Sadece ellerimle dokunarak tüm hayatı yaşamak neye benzer mesela? Şükürsüzlüğümün farkına vardım bu filmle beraber, nasıl da habersizce yaşıyoruz sahip olduğumuz en büyük nimetlerden...

Ve Debraj'ın fedakarlığı... Düşünün, öyle bir öğretmen ki, öğrencisi hiçbir ümit vaat etmemesine rağmen tüm hayatını ona adıyor, o okusun diye yıllarca onun yanında dolaşıyor, uğruna Alzheimer hastası olmayı göze alıyor. Öğretmen algısını belki de baştan ayağa sorgulatacak türden bir fedakarlık anlatılmış Debraj'ın çabalarında...



Filmdeki iliklerinize işleyecek sahnelerin duygusal boyutunu yadsıyamayız evet ama öyle bir çaba, öyle bir emek var ki bu filmde... Filmi anlatacak değilim ancak, izlediğinizde göreceğiniz kar sahnesindeki doğallığı yakalayabilmek için tam 7 yıl uğraşılmış. Bankta oturup, o karın gerçekten yağması için 3 sene boyunca aynı sahne defalarca çekilmiş. Ve toplamda filmin çekimi 7 yılda tamamlanmış. Bu emek nasıl bir sözcükle takdir edilir, inanın bilemiyorum..



İşte bu film sayesinde insan anlıyor ki aslında birçok kişi tarafından utanılası olarak atfedilen bir durum; gerçek sevgi, emek ve fedakarlıkla nasıl da gurur duyulacak bir hal alıyor. Aslında imkansız denilen birşey yok - Üniversite Müdürü Fernandez, Michelle'in üniversite öğrencisi olmasının imkansızlığına değinirken öyle diyordu Debraj- "İmkansız, ona hiç öğretmediğim bir sözcük Bay Fernandez."



Fazlasıyla dramatik, sizi ağır ağır içine çeken ve derinden etkileyen bir film. "İşte film dediğin böyle olmalı" diyorsunuz, bir şeyler katmalı izleyince, farkına varmadan hayatı sorgulamanıza izin vermeli. Bizler normal insanlarla - görebiliyorken ve duyabiliyorken bile- çoğu zaman anlaşamazken, sağır ve kör bir kızla sadece elleri aracılığıyla nasıl bir diyalog kurulabildiğini gösteriyor film izleyenlere...

Oyunculuklara gelince... Michelle rolündeki Rani Mukherje'nin oynarken rolünü yaşadığını hissettim bir an için. Debraj rolündeki Amitabh Bachchan'ın aktörlüğünü anlatacak söz zaten yok... İkisi de harika oyunculuk çıkarmışlar, nasıl ustaca rollerinin hakkını vermişler... Yönetmen Sanjay Bahansali sayesinde mükemmel bir film izledim.



Resmen filmdeki o duyguyu iliklerine kadar hissettiriyorlar bu Hintliler. Hint filmlerinin oldum olası müptelasıyımdım, bu filmden sonra hangi levele geçerim bu filmle bilemiyorum :) Hintliler biliyor bu film olayını cidden, gece gece bana duygu seli yaşattılar resmen :)

Gözlerim hala nemli, filmin tüm duygu yükü yüreğimdeyken bir solukta yazdım film hakkındaki izlenimlerimi. Filme puanım 10 üzerinden 100, izlemeyen kalmasın :)

Sevgilerimle.

7 Haziran 2013 Cuma

SBS Kaygısını Azaltmaya Yönelik Öneriler

 
·  Kaygı bulaşıcı bir duygudur. Çocuğunuzun geleceği konusundaki endişeleriniz çocuğunuza yansır. 

·  Bu nedenle öncelikle aileler kaygılarını azaltmaya çalışmalıdırlar. 

·  Yoğun kaygı yaşayan kişiler geleceği düşünmekten bugünü kullanamazlar. Sizin sınav sonucu ile aşırı meşgul olmanız, çocuğunuzun da bu yönde meşguliyetini arttıracaktır. 

·  Çocuğunuza yardımcı olmak için çocuğunuzun bugünkü yaptıkları ile ilgilenebilirsiniz. 


·  Beden dili ve ses tonu ile verdiğiniz mesajlara dikkat edin. 

·  Sözlerini, beden dili ve ses tonları desteklemiyorsa yani ağızlarından çıkan ile bedenlerinin söylediği çelişiyorsa öğrenci daha çok beden diline dikkat edecektir. 

·  En az şu kadar net yapmalısın. ‘’Kimya ve biyolojiden ful yapmalısın.’’ Başarılı olmalısın.’’ Kendini dersine vermelisin. ’’ Bu yıl mutlaka kazanmalısın’’ vb. türünden zorunluluk ifade eden cümleler öğrencinin kaygısının artmasına neden olmaktadır. 

·  Bu tür zorunluluk ifade eden sözleri mümkün olduğunca az kullanmaya çalışın. 

·  Çocuklarınıza tekrar tekrar “ders çalış” demeyin. Sorumluluğunu bilen ve sınavlara hazırlanan öğrenciler için ailelerin uyarılarına ihtiyaç yoktur. 


·  Bazı öğrenciler bu nedenle kendisi için değil ailesi için ders çalışması gerektiği düşüncesine kapılıp daha yoğun kaygı hissedebilir. Ya da ailesine tepki göstererek ders çalışmayı aksatabilir. 

·  Negatif motivasyondan uzak durun: Bazı anne babalar çocuklarının motivasyonunu artırmak için; “bu gidişle sen asla kazanamazsın”, “yata yata sınav kazanılmaz” “bu kadar çalışmayla kazanamazsın“, “bu kafayla gidersen zor kazanırsın" gibi sözler söylerler. 

·  Gereğinden fazla fedakârlıktan kaçının ve bunları hatırlatmayın. Örneğin bir yıl boyunca eve misafir çağırmamak, evde televizyonu açmamak gibi. 

·  Öğrenci bu durumu ailemin bu fedakârlıklarına yanıt vermek zorundayım biçiminde düşünerek daha fazla kaygılanabilir. 


·  Çocuğu sınavlara hazırlanan bazı aileler kendi hayatlarını bir kenara bırakarak çocukları için uğraşmaya başlamaktadırlar. Kendi hayatınızı unutmayın. 

·  Örneğin, çocuğuna daha fazla yardımcı olmak için annenin işinden ayrılması, annenin çocuğunu sınav salonlarının kapısında beklemesi. 

·  Çocuğunuzdan beklentilerinizde gerçekçi olmaya çalışın: Örneğin, sözel yeteneği olan bir öğrencinin sayısal alandan bir bölüm kazanmasını beklemeyin. 

·  Beklentileriniz ile çocuğunuzun yapabilecekleri birbiriyle uyumlu olursa çocuğunuz daha az kaygı yaşayabilir. 


·  Bu zor dönemde çocuklarınıza anlayışlı ve destekleyici davranın. Kaygının yoğunlaşması ile birlikte çocuklarınız kendilerini daha çaresiz ve çözümsüz hissedebilirler. 

·  Daha önceden kızmadıkları şeylere şimdilerde daha sert tepkiler gösterebilirler. 

·  Çocuğunuzu hiçbir zaman başka çocuklarla kıyaslamayın: " Dayının kızı fen lisesine girdi, sen de oraya girmelisin“, "Teyzenin kızı hukuk fakültesini kazandı, havasından yanına varılmıyor, aman bizi mahcup etme." vb. türünden yaklaşımlar çocuğunuza zarar verebilir. 

·  Çocuğa, sınavların onun kişiliğini değerlendiren bir ölçü olmadığı, kazanmak kadar kaybetmenin de hayatın bir parçası olduğu, hayatın sonu olmadığı anlatılmalıdır. 

·  Çocuğunuzu taktir edin. Çocuğunuzun, sürekli olumsuz yanlarını, yapamadıklarını vurgulamak yerine, olumlu yanlarını görmek onun kendisine olumlu bakmasını kolaylaştırır. 

·  Sık sık eleştirmek yerine, geçmişteki başarılarını onaylayın. Olumlu yanlarını ve çabalarını tespit ederek övün. 

·  İyinin düşmanı mükemmeldir.Sizin beklentileriniz; çocuğunuzun mükemmel olması olabilir. Ancak bu, iyiye sevinip mutlu olmanıza engel olmamalıdır. 

·  Öğrenci bir dönem okulda takdirname almamış olabilir ama bu onu aldığı teşekkür belgesinden dolayı tebrik etmeniz için bir engel değildir. Bu onu daha başarılı olma konusunda motive eder. 


·  Çocuk, konuşurken konuşması asla bölünmemeli ve onun adına konuşulmamalıdır. 

·  Çocuk, söylediği veya hissettiği şeyler için sorgulanmamalı “ bu şekilde hissetmemelisin” diyerek duyguları düzeltilmeye çalışılmamalıdır. 

·  "Anne kazanamayacağım diye endişeleniyorum."’ "Kızım öyle düşünmemelisin, boşver." 

·  Öğrenci sınavda başarılı olamazsa yaşayacağı durumu bir ceza gibi göstermeyin: "Eğer kazanamazsan, falan okula gidersin." gibi sözler onun gideceği okulu, yapacağı işi sevmesine imkan bırakmaz. 


·  Çocuğun eğitim alabilmesi ve yararlanabilmesi ancak okulunu ve eğitimi sevmesiyle mümkündür. 

·  Birbirinize bağlılığın hedef, sınavın araç olduğunu unutmayın. Çocuğunuzun ders çalışması ve sınavda başarılı olması uğruna onunla ilişkilerinizi tehlikeye atmayın. 

·  Çocuğunuzun başarısı için maddi-manevi fedakarlık yaptığınız doğrudur. Karşılık beklemek de en doğal hakkınızdır. Çocuğunuz, gayret sarf ettiği halde eğer sonuç istediğiniz gibi değilse, elinden gelenin o kadar olduğunu kabullenin. 

·  Çocuğun değerini sınavdaki başarısıyla eş tutmak, sonuçlarla ilgili olarak korkutmak, tehdit etmek, "sen hele bir kazanama, o zaman görüşürüz" ya da, ‘’aile dostlarımızın hepsine rezil oluruz" gibi ifadeler gencin motivasyonunu değil kaygısını arttırır. 

·  Çocuk, ailesinin ve başkalarının gözünde kendisinin değil, sınavdaki başarısının önemli olduğunu düşünür ve sınava gerçek dışı bir anlam yükler. 

·  "Sen bizim evladımızsın. Seni seviyoruz ve hep seveceğiz." şeklinde açıklamalar yaparak öğrenci rahatlatılmalıdır. 




·  Öğrenci, ailesinin sevgisini kazanmak için özel bir gayret sarf etmek zorunda olmadığını anlayacaktır.
·  Bu rahatlama, öğrencinin sınavda daha iyi performans göstermesini sağlayacaktır. 

·  Sınavlar sadece birer fırsattır. Bu fırsatların bir şekilde telafisi vardır. Aile, öğrenciye sınavın bir ölüm-kalım meselesi olmadığını, yararlanılması gereken bir fırsat olduğunu, bu fırsat kaçırılsa bile hayatta başka fırsatların onu beklediğini, bir kapı kapanırsa başka bir kapının açılacağını anlatmalıdır. 

·  Öğrencinin de yapacağı, iyi niyetle ve elinden geldiğince sağlanan imkanları sınavlara hazırlık adına değerlendirmesidir. 

Sorumluluklar yerine getirildikten sonra, sonuç ne olursa olsun “Hayırlısı buymuş” şeklinde düşünülmesi, en doğru ve makul olan davranış biçimidir.

 


Umarım herkes için olabildiğince rahat ve stressiz bir sınav olur. Sınava girecek olan tüm öğrenci kardeşlerime Allah'dan zihin açıklığı diliyorum, emekleri zayi olmaz inşallah...

Sevgilerimle. 

BLOG DESIGN-Değmesin Yağlı Boya