31 Mart 2013 Pazar

Istanbul Çıkartmalarım - 1 - Tarihi Yarımada


Ağır geçen faranjitim ve kesilen sesim dolayısıyla annem ve kız kardeşim benimle ilgilenmek için İstanbul’a geldiler  :) İyi ki de geldiler çünkü çalışıp eve geldiğinizde, girer girmez mutfakta pişen yemek kokularını duymak kadar güzeli yokmuş  :)

Bundan tam altı yıl önce, İstanbulda üniversite kazandığım zamanlarda tanışmışlardı ailem bu şehir ile… Benim dışımda aileden kimse İstanbul’u pek sevmez ama ben İstanbul sevdalısı olduğum için üniversite bittikten sonra yine burada kalmayı ve çalışmayı tercih ettim. Artık çalışan bir bayan olarak, ailemi kendi evimde ağırlamak gerçekten çok farklı hissettiriyor bana. Her ne kadar annem geldiğinde evimin düzenini kendine göre değiştirse de, O’nun elinin değdiği her yer, bana kendi baba ocağımı anımsattığı için büyük mutluluk veriyor.

Bir önceki postumda paylaştığım alternatif tıp yöntemleri ve ilaçlarım sayesinde hafta sonuna gayet dinç ve enerjik başladım. Sabah kahvaltımızı evimizde güzelce yaptıktan sonra üç bayan düştük İstanbul yollarına... En başta bile bile lades dedik çünkü gezimizin büyük bir kısmını tabanvay kullanarak yapacaktık nasılsa  :)

Öncelikle Taksim – İstiklal Caddesinden başladık gezimize…  İstiklal kıpır kıpır, capcanlıydı. Hava öyle güzeldi ki, güneşi gören İstanbul ahalisi dökülmüş İstiklal yollarına… Şarkı söyleyen sokak şarkıcıları ve o kalabalığın gürültüsü bile insana İstiklali sevdiriyor bence. İstiklal Caddesinden Karaköy’ e kadar inip, Galata köprüsünde resimler çekindik birlikte. Oradan Eminönü Yeni Camii’ye geçip öğlen namazlarımızı eda ettik. Anne eli değmiş köfte ekmeklerimizi deniz manzarası karşısında yedikten sonra tramvay hattı üzerinden Gülhane’ye yürüdük.
                                            

Gülhane Parkı girişinde süt mısırlarımızı da alarak parkı gezmeye başladık. Öyle kalabalıktı ki sanki güneşin kendisini göstermesini beklemiş gibi dökülmüş yollara herkes... Çimenlerde oturan onca insanı görünce biz de çevreciliği bırakıp serildik yemyeşil çimenlerin üzerine. Yeni dikilen lalelerin ve ağaçlarda açan çiçeklerin mis kokusu sayesinde, “İyi ki gelmişiz” dedik bir kez daha…
                                           
Gülhane’den sonra Sultanahmet Meydanı’na kadar yürüdük ve yine namaz molası verdik. Meydan öylesine hareketliydi ki tüm kıtalardan turist kafilesi görmek mümkündü neredeyse… En son gittiğimde yapımına devam edilen fıskiyeli havuz tamamlanmıştı. Yeni haliyle Sultanahmet Meydanı daha modern ve daha gösterişli bir hale bürünmüştü. Tabii fotoğraflamayı da unutmadık  :)
                                          
                                  

                                             
                                             
                                     
                                             



En son durağımız Beyazıt – Kapalı Çarşı idi. Kapalı Çarşı içinde hepimizin en çok dikkatini çeken dükkanlar kuyumcular oldu elbette  :) Benim takı merakım annemden geçmiş sanırım, takıp takıştırıp çıkarım markete bile gitsem. Kapalı Çarşı’daki altınları, o kemerleri, hasır bileklikleri görünce başım döndü desem abartmış olmam. Aşiret gelini olasım geldi bir an için :p

Akşam namazını geçirmemek adına tekrar Eminönü’ne döndükten sonra, akşam saati daha bir güzelleşen boğaz manzarasıyla birlikte koskocaman bir güne daha elveda diyerek, uzun bir otobüs yolculuğuyla bu güzel gezimizi sonlandırdık biz de…

Ve şimdi böyle bir post ile bloğumda, fotoğraflarıyla bilgisayarımda, hatıralarıyla ise zihnimde güzel bir hatıra olarak kalacak artık :)

En içten sevgilerimle...


Ses Kısıklığı ve Öksürük


Faranjit dolayısıyla işimden iki günlüğüne izin almış ve o haftasonunu tamamen evde dinlenerek geçirmiştim. Pazartesi işe başladığımda, mesleğim gereği sürekli konuşmam icap ettiği için ister istemez yorulmuş ve halsiz düşmüştüm. Ertesi sabah uyandığımda hayatımda ilk kez yaşadığım bir şey geldi başıma. Evet! İlk kez sesim kısıldı. Önceden sesi kısılan arkadaşlarım olmuştu ve ben hep komik bulmuştum bu tür vakaları ama ne yazık ki aynı şey benim de başıma geldi :)
Sesimin kısıklığı tam 3 gün sürdü ama o üç gün içerisinde gerçekten çok sıkıntı çektim. Bir kere çalışamadım sesim olmadığı için. İşin ilginç tarafı sesimin kısıklığını insanlar fark eder fark etmez kendileri de fısıltı halinde konuşmaya başlar hale geliyorlardı. İlginçti çünkü sesi çıkmayan bendim ama çevremdeki iş arkadaşlarım ve çocuklar da benle konuşurken sessiz konuşuyorlardı :) Sorduğumda ise, bilinçli yapmadıklarını, benim sesimin kısık olduğu için sanki sessiz konuşmaları gerekiyormuş gibi hissettikleri idi. Çok komik sahnelere şahit oldum bu süre zarfında. Hele üçüncü günü… Sesim yavaş yavaş kendine geliyordu ama bu sefer de sanki içime başka bir ben kaçmış gibi tuhaf ince bir sesle konuşuyordum. Kendi kendimle dalga geçtim ve aslına bakılırsa benim için ilginç bir tecrübeydi. Bu süre zarfında kendi sesimi duymayı öyle özledim ki :) İnsan kendi sesinin kıymetini onu kaybedince anlıyormuş gerçekten…
Bu ses kısıklığı serüveni benim lokman hekimlik tecrübelerimi de arttırdı çünkü bir an önce sesime kavuşabilmek için bazı bitkisel çözümlere başvurdum. Belki okuyan sizler ya da yakınlarınızın bir gün başına gelirse, uyguladığım ve bir iki günde başarılı olan bir karışımdan sizler de faydalanabilirsiniz.
Manavlarda kolaylıkla bulabileceğimiz siyah turpun içini çok derinlemesine olmayacak bir biçimde oyuyoruz ve oyduğumuz çanağın içine hakiki bal ve zencefil koyup, kestiğimiz turpun baş kısmını da kapatıp bir gece bekletiyoruz. Sabah uyandığınızda, turpun içindeki balın turpun özsuyuyla özdeşleştiğini göreceksiniz. O ballı suyu bir çay bardağına aktarıp içiyorsunuz tek seferde. Tek seferde diyorum çünkü bana tadı ve kokusu gerçekten çok kötü gelmişti :)

Bunun yanı sıra, eczanelerden bulabileceğiniz Bepanthen ampülü satın alabilirsiniz. Bir ampulü kırıp, yarım çay bardağı suya koyuyorsunuz ve içerken boğazlarınıza gargara yaparak öyle yutuyorsunuz. Bu ve diğer turp karışımı sayesinde, Allah'ın da izniyle ben iki-üç gün içerisinde olumlu sonuç aldım. Sesime kavuşmanın yanı sıra faranjitim de oldukça iyileşti diyebilirim. Bu iki uygulama soğuk algınlığı, öksürük, bronşit vs gibi solunum yolu enfeksiyonlarında oldukça iyi sonuçlar alabileceğiniz yöntemler. Tabii öncelikle bir doktor muayenesinden geçerek gereken ilaçlarınızı kullanmanız koşuluyla :)

Herkese sağlıklı ve neşeli bir bahar olmasını diliyorum. Hastalıksız bir şekilde yaza kavuşuruz inşallah.

En içten sevgilerimle.

24 Mart 2013 Pazar

Ghajini

Hakkımda kısmına film izlemeyi -özellikle Hint Filmlerini izlemeyi çok sevdiğimi yazmıştım. Eski Hint filmleri  birçok insan için filmin içerisinde yer alan uzun şarkılarıyla ve dramın en bunaltıcı şekilde kullanılmasıyla sıkan filmler demektir -ki eski Hint yapımı filmler için ben de hemen hemen aynı kanaatteyim. Yalnız Bollywood sinemasında öyle filmler var ki birçok ödüllü Hollywood filmini katlar cebine koyar.

İzlemeye başladıktan sonra Hollywood filmlerinin size eskisi kadar güzel gelmediğini, bir hint filminde hissettiğiniz duyguların ve yaşadığınız gerilimin gerçek doğasını Hollywood filmlerinde bulamadığınızı görürsünüz. Kendim izledikten sonra beğenip de tavsiye ettiğim Bollywood filmleri de şuan o arkadaşlar için hayatlarında izledikleri en iyi filmler listesinde. Ve en önemlisi Hint Filmleri'nin tadını alınca bağımlısı oluyorsunuz. Hele bu filmler Aamir Khan ve Shakrukh Khan filmleri ise sizdeki yeri apayrı oluyor...

İşte bu adını altın harflerle yazdırmış bu iki yıldızdan birinin başrol olduğu bir filmdir Ghajini. Aamir Khan ve Aasin ikilisinin hikayesini anlatır ama aslında bir yerde de iki farklı hikaye vardır bir noktada kesişen. Biri aksiyon, gerilim, diğeri romantik komedi. Yani bu film hem güldüren hem ağlatan hem de aksiyonuyla gerim gerim gerdiren türden bir yapım.


Benim için romantik içerikli filmler hep ilk sıralarda olmuştur. Romantizm ister komedi ile birlikte olsun ister dramla, seviyorum bu tarz filmleri. Duygusal yapım filmin içindeki duygusallıkla daha bir katmerleşiyor. Yani tahmin edersiniz ki film izlerken muslukları kolay açabiliyorum. Benim için bir filmin ağlatabiliyor olmasından daha da önemlisi; günler, aylar hatta yıllar  geçtikten sonra filmin birçok sahnesini dün izlemiş gibi hatırlayabiliyor olabilmeniz ve defalara izleseniz de hiçbir zaman sıkılmıyor olabilmenizdir. İşte ben bu filmi (ve ileride başka postlarımda yayınlayacağım diğer Bollywood filmlerini) -abartmıyorum- yirmiye yakın izlemiş ve bir kez bile sıkıldığıma şahit olmamışımdır.


Filmi izlememiş olan arkadaşların varlığını düşünerek filmin içeriği ile ilgili yorum yapmak istemiyorum ancak sadece bir noktaya değinmek isterim. Filmin bazı sahnelerinde izleyicilere bir Memento ya da bir Amélie filmini anımsatabilir. Bazı küçük benzerlikler olabilir ama sizden ricam lütfen bu filmlere benziyor, kopyası gibi bir atıfta bulunmayın çünkü her iki filmi de izlemiş biri olarak kesinlikle Memento ve Amélie'deki ana temanın, Ghajini'den çok farklı olduğunu ve çok ayrı kulvarlarda değerlendirilmesi gereken filmler olduğunun altını çizerim.

Evet şimdilik bu kadar arkadaşlar :)
Üzerime vazife gördüğüm konulardan biridir Hint Filmlerinin duayenlerini tanıtmak.
Çünkü Hint Filmlerinin değerini bilmeyen ciddi bir populasyon var ülkemizde ve bu yüzden Hint Filmleri çok ama çok nadir gösterime giriyor ülkemiz sinemalarında.
Gönül ister ki bir Hollywood filmi kadar gişe sağlasın bizde de...

 

İnanın izlediğinizde ve tadını aldığınızda, Bollywood Sinemasının Hollywood'u birçok noktada geçen yapımlara imza attığına şahit olacaksınız.


Yorulmadan okuyan herkese sonsuz teşekkürler, gözlerinize sağlık arkadaşlar :)

Allah'tan bir mani olmazsa bir sonraki Bollywood filmimizin adı "My Name is Khan" yani "Benim Adım Khan" olacak.

En içten sevgilerimle...

22 Mart 2013 Cuma

Bahar Gel Artık...


Sık sık rahatsızlanıyorum, bünyem ve bağışıklık sistemim gerçekten çok zayıf... Anne sütünü yanlızca 3 ay tüketmişim bebekken ve daha 1 yaşımı doldurmadan da bronşit geçirmişim. Bu yüzden en ufak hava değişikliklerinde yatak döşek yatabilecek hale gelebiliyorum.

Dün çalışırken üzerimde bir kırgınlık vardı, akşam eve gelir gelmez yutkunurken zorlandığımı farkettim.
Her hastalığın şiddeti gece artar derler ya hani, geceden sabahı zor ettim desem az değil...
Sabah olunca direkt acile gittim ve bir torba ilaçla geri döndüm...

İstanbul bugün yağmurlu... Havalar soğuk ve ben de bu soğuk havalardan nasibimi aldım sayılır.
Kışı ve yazı hiç sevmeyen biri olarak bir an önce baharın gelmesini diliyorum.
Kışı sevmem çünkü kalın kalın kabanlar ve kazaklar giymekten sıkılıyorum.
Yazı sevmem çünkü terlemeyi ve girdiğim ortamlarda başkalarının ter kokusuna maruz kalmaktan hiç hazetmem..

Benim mevsimim kesinlikle ilkbahar... Çiçeklerin açtığı, doğanın uyandığı, havanın ılıklığı ile bahar ayları beni mesteder... İçimdeki çocuk daha bir perçinlenir... Bahar gelince benim de içimde rengarenk kır çiçekleri açar...

Böyle yağmurlu havalarda ise içim daralır. Sevmem kapalı gökyüzünü ben... Gökyüzüne bakınca pırıl pırıl güneşi ve pamuk gibi bembeyaz bulutlar görmeliyim...

Ama az kaldı inşallah... Mart ayı çıkınca çok güzel bir baharın beni beklediğini biliyorum...

O zaman evimden martı seslerini dinlemek yerine çıkıp akşamları kısa geziler yapacağım deniz kenarında inşallah...

Denizsiz yapamayanlardanım. Denizin olmadığını bildiğim şehirler de bunaltır beni. Yakınımda olmasa da istediğimde gidebileceğimi, o keskin yosun kokularını duyabileceğimi bilmeliyim...

İnşallah bir gün evlenirsem şayet; evim denizi görsün, her sabah uyanıp penceremi açtığımda denize "Günaydın" demeyi ne çok isterim...

Hele bir de varsa balkonu evimizin... Akşam yemeğinden sonra denize karşı çay içmek ne hoş olurdu değil mi?



21 Mart 2013 Perşembe

Yeniler Kendini Hayat

Merhabalar Blog Alemi,

Günlerdir aklımda olan birşeydi blog açmak. Sürekli takip etmeye çalıştığım bloglar var. Birçok konuda tecrübelerini ve fikirlerini paylaşıyorlar. Bazen paylaşılan birşey zihnimde yepyeni ilhamlar edinmeme vesile oluyor. Ben de tüketici olmaktan sıkıldım ve ve üretebilmek için ben de bir blog sahibi olmaya karar verdim.

Genel ilgi alanlarımı sıralamam gerekirse; kitaplar, filmler (özellikle hint filmleri), alışveriş yapmak, ahşap boyama ve dekorasyon (bilhassa country dekorasyon).

Düzenli olarak yazı yazan biriyim ama bunları kendi ajandalarıma yazdım bugüne kadar. Bunca zaman blogları takip ede ede, ben de neden bir blog sahibi olup yazmayayım dedim kendi kendime...

Blog adımı bir şarkıdan esinlenerek aldım: Yeniler Kendini Hayat. 

Hayat inişleriyle çıkışlarıyla, acısıyla tatlısıyla, sevinciyle hüznüyle; tüm renkleriyle ahenkli bir sistem halinde akıp gidiyor. Hayat kendini yeniler; isteyeni de kendisiyle beraber yeniler. Bir insan değişirse tüm dünya da değişebilir çünkü...


Hayat kendini yenileyecek ama hayata dair benden birşeyler nostalji olma niteliğiyle hep eski ama hep taze olarak burada, bloğumda kalacak. Ne için yazacağım? Belki ruhum daralacak, içimi dökeceğim... Belki güzel bir İstanbul günündeki ayrıntıları paylaşacağım... Belki hayallerimden, belki yaşadıklarımdan...

Belki hayat kendini yenilerken benim önüme çok güzel yollar çıkaracak ve yepyeni çiçekli bahçelerden geçeceğim. Bazen güllerin dikenleri batacak, acıtacak canımı ama ben yine de her geçen günle beraber hayatla birlikte yenilenmeye devam edeceğim...

Bu blog da hayat kendini yenilerken geldiğimiz noktaların şahidi olsun istiyorum.

Güzel paylaşımlar, nezih dostluklar ve heyecanlı bekleyişler, sevinçli haberler olsun istiyorum.

Çok mu şey istiyorum?


BLOG DESIGN-Değmesin Yağlı Boya