20 Aralık 2013 Cuma

Veer Zaara


Hayrel' Cuma sevgili arkadaşlar,

Bu aralar blog takipçilerinin sıklıkla okuduğu konular arasında Hint Film'i yazılarımın hatırı sayılır bir çoğunluğu olduğunu görüyorum.

Hazır müsait bir vakit de buldum hemen yeni bir filmi paylaşmanın zamanıdır. İşte bu postun konusu olacak filmimiz:

Veer Zaara



 En güzel aşk hikayelerini anlatan filmlerin yönetmeni olan Yash Chopra ve senarist Aditya Chopra'nın bu filmi 2004 yapımı. Şu Chopra kardeşler ne romantik bir adamlarmış cidden yaptıkları filmleri şöyle bir kafamda değerlendirince...

Filmin başrollerinde Shahrukh Khan, Rani Mukherjee, Preity Zinta ve Amitabh Bachchan yer alıyor.  Black'ten hatırlarsınız Rani Mukherjee ve Amitabh Bachchan'ın şahane performanslarını... Yani demem o ki kadro çok sağlam.

Gelelim konusuna:

Veer Pratap Singh (Shahrukh Khan) Hint Ordusu'nda görevli bir helikopter pilotudur. Hayaat Zaara (Preity Zinta) ise Pakistanlı zengin bir ailenin kızıdır.

Gördüğünüz üzere daha en baştan Hintli - Pakistanlı, Zengin - Fakir antagonizması yer alıyor.

14 Aralık 2013 Cumartesi

Prisoners


Hayırlı akşamlar sevgili arkadaşlar,

Birkaç gün önce izlediğim ve sıcağı sıcağına paylaşmak istediğim bir film var bu postta:

Prisoners.




Sıkı film takipçileri bilirler, bu film henüz ülkemizde gösterime girmedi ancak birkaç sitede online izlemek mümkün.

Ben indirip kendi bilgisayarımda izledim ancak sabredip sinemada izlemeyi tercih edenler için inanılmaz güzel bir film deneyimi olacağı kanaatindeyim.

Bilirsiniz, gerilimi her saniyede yaşadığınız, aksiyonu damarlarınızda hissettiğiniz, her ne kadar iyi tahminlerde bulunsanız da sizi bir şekilde ters köşeye yatıran kaliteli yapımlar ancak beş altı yılda bir görülür.

Bir "Se7en", "V for Vendetta",  "Zindan Adası" ya da "Kuzuların Sessizliği" gibi filmler bulmak artık daha da zor.

Prisoners işte bu saydığım filmler listesine girecek türden başarılı bir yapım.




2010 yapımı olan ve büyük beğeni toplayan "Incendies" filminden tanıdığımız Denis Villeneuve'un yönetmenliğini üstlendiği filmde başrollerini Hugh Jackman ve Jake Gyllenhaal paylaşıyor.

Klasik bir söylem ancak söylemem gerek: Sırf Hugh Jackman'in performansı için bile izlemeye değer.

Bence Hugh Jackman bu performansıyla Oscar'ı hak ediyor. Çocuğu kaybolan bir babanın ahlaki değerleri sorgulayarak verdiği mücadele daha güzel canlandırılamazdı sanırım.

Jake Gyllenhaal'e gelince: Kendisini "Mountain Brokeback" ve "Zodiac" tan sonraki filmlerinde izlerken hiç bu kadar zevk almamıştım. Prisoners'teki performansı Hugh Jackman kadar olmasa da oldukça başarılıydı. Yalnız biraz soğuk bir havası vardı; mimikleri, tepkileri falan benim gerilim dozajımı pek arttırmadı nedense.

Filmin konusuna gelince;

İki aile şükran gününü kutlamak için bir araya gelir ve o sırada ailelerin en küçük kızları birlikte kaybolurlar. Saatin ilerlemesine rağmen iki küçük kız ortaya çıkmaz ve aileleri panik olmaya başlarlar.

Kaçırılma ihtimaline karşın polise başvurur aileler. Dedektif Loki (Jake Gyleenhaal) olayı üstlenir ancak uzun bir müddet sonuç alamaz. Kızının kurtarılmasını bekleyemeyen baba Keller Dover (Hugh Jackman) suçlunun ve masumun birbirine karıştığı şaibeli bir olayın içinde bulur kendisini.



Her ne olursa olsun, ne kadar uzun olursa olsun her dakikasına değen, gerim gerim geren ve aksiyonu doyasıya yaşatan bir film Prisoners.

Son zamanlarda izlediğim en iyi gerilim aksiyon filmiydi!

Sinema severlere kesinlikle izlemeleri gereken bir film olduğunu hatırlatarak huzurlu ve mutlu bir haftasonu diliyorum.

Aşkla kalın!

*** Spoiler ***

(Film izleyecek olanların dikkatine, bundan sonra yer alan kısım, tüm olay örgüsünü ele alarak yaptığım film analizini içeriyor)

Film iki ailenin küçük kızlarının kaçırılmasıyla başlıyor. Şüpheli olarak gösterilen tek kişi Alex (Paul Dano) adında zeka geriliği olan bir adamdır.

Tüm polisler ve Dedektif Loki en başta Alex üzerinde yoğunlaşırlar ama Alex 10 yaşındaki bir çocuğun zekasına denktir ve polisin Alexin suçlu olduğunu kanıtlayacak bir delili yoktur.



Polisin kızları bulamaması üzerine baba Dover, Alexi kaçırır. Niyeti ona işkence ederek suçunu itiraf etmesini sağlamaktır. Bunu yaparken tüm ahlaki değer yargılarını sorgular. Zaman zaman yaptığından pişmanlık duyar ama kızına duyduğu sevgi ve özlem içindeki ilkel yönlerin ağır basmasına neden olur ve Alex' akıl almaz işkenceler uygular. Yine de elde ettiği hiçbir şey yoktur. Alex tek bir şey mırıldar o da "labirentler"dir.

Dedektif Loki şüphesini uyandıran başka birine eğilir bu zaman zarfında. Adam (Bob) hakkında epey bilgi elde eder. Şüphelendiği bu şahsın, süpermarketlerden uzun zamandır küçük çocuk giysileri aldığını öğrenince şüpheleri daha da kesinleşir ve evine baskın yapar. Bu esnada evin duvarlarında labirentler ve bir odasında kitli bavullar vardır. Bavulları açtığında içinde korkunç yılanların ve kanlı çocuk elbiselerinin yer aldığını görür.

Sonrasında elbiseleri ailelere gösterirler. Joy'un ailesi kendi kızlarının elbiselerini teşhis ettiğinde iki kızın da öldüğünü düşünülmeye başlanır ama baba Dover buna inanmak istememektedir. Hırsla Alex'e yaptığı işkenceleri sürdürür.

Alınan kan örneklerinin domuza ait olduğu anlaşılınca Dedektif Loki'nin aklı karışır. Yaptığı incelemeler ve sürdüğü izler sonucunda Joy'a yarı baygın bir şekilde ulaşır ancak yanında Anna yoktur. 

Joy hastanedeki müşahadenin sonrasında kendisine gelir ve Anna'yla ilgili baba Dover'a "Sen de oradaydın" der, bunun üzerine baba Dover işin içinde farklı türden bir gizemin olduğunu düşünerek Alex'in evine gider.

Alex evlatlık edinmiştir ve evlatlık edinen anne baba Dover'in gelmesi üzerine onu ölümle tehdit eder çünkü  kızların kaçırılmasını isteyen aslında Alex'i evlatlık edinen anne Holly'dir.



Holly ve eşi, tek erkek evlatları öldükten sonra Yaratıcı'ya duyduğu öfkeyle küçük çocukları kaçırmaya başlarlar. Bu onların evlatlarıyla mutlu yaşam süren ailelerden intikam alış biçimidir.

Alex de daha 5 yaşındayken kaçırılmış ve sonrasında izine rastlanamayan çocuklardan biridir aslında. 

Dedektif Loki'nin şüphesini uyandıran (sürekli çocuk kıyafetleri alan) Bob da aslında Holly ve eşinin kaçırdığı çocuklardan biridir ama bu adam belli ki kaçarak izini kaybettirmeyi başarmış ancak o da yaşadığı travmanın etkisiyle sıkıntılı bir hayatı sürdürüyor. Kaçırılan Anna ve Joy'un öldüğünü bilmeleri için de diğer çocuklara yaptığı gibi çocuk kıyafetlerini domuzun kanıyla boyuyor.

Dedektif Loki işin içinde Alex'in annesi Holly'nin olduğunu ve Anna'yı onların sakladığını farkediyor ve eve baskın yapıyor. Tam o esnada Holly'nin Anna'yı öldürmek için bir zehir şırınga ettiğini görüyor. Dedektif Loki Holly'i vurmayı başardıktan sonra Anna'nın ölmemesi için hızla arabasını sürüyor hastahaneye doğru...

Ancak bir sorun var ki o da Holly'nin ölmeden önce gelen baba Dover'i derin ve karanlık bir kuyuya hapsetmiş olduğu. Anna'yı başından aldığı yaraya rağmen canla başla hastahaneye yetiştiren Dedektif Loki olay yerine geldiğinde baba Dover hala kayıptır ama izini bulamıyorlardır.

İşte o an Dedektif Loki ince ve derinden gelen bir ses duyar.

Ve film tam da burada biter.

Olayın örgüsüne bakılırsa, ya izleyicinin zihninde hikayeyi tamamlanması bekleniyor ya da serinin ikinci filmi daha çekilecek.

***


26 Kasım 2013 Salı

Soraya'yı Taşlamak - (The Stoning of Soraya M.)


Bugünkü postumun konusu bir film yorumu. 

Ve ben bu yazıma Yunus Emre’nin çok sevdiğim bir sözüne yer vererek başlamak istiyorum:

“Emeksiz zengin olanın, 
kitapsiz bilgin olanın, 
sermayesi din olanın rehberi şeytan olmuştur.”

İşte bu söz bu filmi özetliyor neredeyse.

Evet, “Soraya’yı Taşlamak” adlı filmi paylaşacağım bugün sizlerle.



2010 yılında ülkemizde gösterime giren ancak 2008 yapımı olan bu filmin yönetmenliğini ve senaristliğini üstlenen Cyrus Nowrasteh’in “Soraya’yı Taşlamak – The Stoning of The Soraya M.” adlı filminin başrollerinde; gazeteci rolüyle Jim Caviezeli, Süreyya rolüyle Mozhan Marno’yu ve Süreyya’nın teyzesi Zehra rolünde de Shohreh Aghdashlooyu görüyoruz.

 

Filmin neresinden nasıl başlamalı anlatmaya bilemiyorum… 
Ölümün her türlüsü kötü olabilir ancak iffetli bir kadının iftiralara maruz kalarak suçsuz yere öldürülmesi en kötüsü olsa gerek... Bunu yaparken dinin alet edilmesi... Bunları yaptırmak için mazlum insanları mecbur bırakılması...
Kocası tarafından işlemediği bir zina suçu iftirasına kalan masum bir kadının, Süreyya’nın yürek sızlatan hikayesi demek isterdim ancak bu Süreyya’nın kendi seçtiği hayatının öyküsü bile değil…




Bu filmi izledikten sonra ağlamamak, yaşananların ruhunuzda derin bir ızdırap duygusu bırakmaması mümkün değil. Hele ki yapılan bu insaf ve vicdan mahrumu insanların faturasının İslamiyet gibi güzel bir dinden kesilmesi… İşte bu dimağımı zorluyor…

Yaşadığınız coğrafya, içine doğduğunuz kültür ve doğduğunuz ailenin mensup olduğu inanç şekli bazen insanın kaderi olur. Kendi hayat oyununuzun başrolünü alırlar elinizden ve figüran olursunuz ne olup bittiğini anlamadan…

Filmde izlediğiniz senaryo –üzülerek söylüyorum ki- gerçekte de yaşanmış ve yaşanılmaya devam eden olayları anlatıyor. Yer İran, 1980 li yılların ortaları, dönem Ayetullah Hümeyni dönemi. 

Kendisini savunma hakkı bile savunamayan Süreyya için Recm cezası uygulanıyor. Bu gerçek hikayeyi Süreyya’nın teyzesinin ağzından dinleyen ve kayıt altına alan İran asıllı Fransız gazeteci Freidoune Sahebjam, 1994 yılında bu olayları bir kitap haline getirdi ve aynı yıl bu kitap Amerika’da bestseller oldu. 2008 yılında da Amerikan yapımcılığında bir İran filmi olarak çekildi “Soraya’yı Taşlamak”


Film özünde anlatılmak isteneni gayet güzel ve tesirli bir şekilde veriyor. Dini tekeline almaya çalışan, kendi menfaatleri için dini kullanan insanların ahlak mekanızmasının çöküşünü anlatırken, gerçek bir manzarayı ve buna neden olan cehaleti tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.


Filmi izledikten sonra gerek din kavramının kendisine gerekse İslam Dini’ne eleştiriler getiren çok fazla insan var. Hatta tepkisiz kalmak neredeyse imkansız biliyorum ancak bir yerlerde bu filmi okuyup da henüz eleştirisini bir yerlerde paylaşma niyetine giren arkadaşlarım olur diye endişe ettiğim için nacizane ufak bir öneride bulunmak isterim:

16 Kasım 2013 Cumartesi

Chennai Express - Aşk Treni


Herkese selamlar, sevgiler!

Arayı soğutmadan bir başka postla daha karşınızdayım.

Bu seferki konumuz Bollywood severler için.

Bollywood'u sıkı takip edenler bilir, Shahrukh Khan'ın bu yıl vizyona giren yepyeni bir filmi var.




Chennai Express nam-ı diğer Aşk Treni

Rohit Shetty'nin yönetmenliğini üstlendiği filmin başrollerinde Shahrukh Khan ve Deepika Padukone yi görüyoruz.

Güzel bir ikili olmuşlar, Deepika'nın birkaç filmini izledim gerçekten çok hoş bir kız, her haliyle izletiyor kendisini. Bu filmdeki  performansını da oldukça beğendim, benden tam not aldı.

Gelelim filmimizin konusunda:

Rahul (Shahrukh Khan) küçükken ailesini trafik kazasında kaybetmiş büyükannesi ve büyükbabası tarafından yetiştirimiştir. 40 yaşına geldiğinde artık kendi hayatına yeni başlangıçlar yapmak için arkadaşlarıyla Goa'ya gitmek ister ama tam da o esnada dedesi ölmüştür. Dedesi küllerinin iki farklı nehire dökülmesini vasiyet etmiştir. Büyükanne Ganges Nehrine kendi götürecektir ancak diğer yarısını Rameswaram'a götürme görevini Rahul'a verir.

Rahul'un arkadaşlarıyla Goa'ya yapacağı seyehat sekteye uğramıştır çünkü Rameswaram ve Goa ülkenin iki zıt kutbundadır. Rahul bir plan yapar, büyükannesi onu Rameswaram'a gidiyor bilsin diye Mumbai'den Chennai Express adlı trene biner. Plana göre Rahul iki durak sonra inecek ve arkadaşları da onu o durakta bekleyeceklerdir.

Chennai Express'e binen Rahul için hayatının serüveni başlamıştır. Goa'da bulmak istediği aşkı ve macerayı Chennai Express'te bulmuştur.

Filmin ilk yarısı acayip komik, gülerken yanaklarınız gerilir bir nevi botox etkisi yani :) Rahul'un Meena'yı trene alma ve akabinde gerçekleşen olaylar zinciri mesela.. :)



Özellikle Rahul ve Meena'nın kendi aralarında şarkılarla atışma sahnesi çok komikti. Yine sıkı Bollywood takipçilerinin hemen farkedebileceği üzere, başka filmlerin şarkılarından alıntılar yapılarak oluşturulmuş bir sahnedir bu. Birden çok filmin birbirinden güzel şarkılarına tek bir sahnede şahit olmak harika gerçekten :)

Film tarafımızdan heyecanla bekleniyordu ve büyük bir ilgiyle de karşılandı. Sadece ilk gün izleyen kişi sayısıyla 3 Idiots'un izlenme rekorunu kırmış oldu. Gerisini düşünün artık.

Filmin son yarısı ise buram buram romantizm... Ben seviyorum böyle mücadele sonrası kazanılan aşkları...

Ağlamama garantisi de veremem zira benim gözlerim son sahnelerinde epey dolmuştu...



Ülkemiz adına üzüldüğüm odur ki biz bu filmi, dünya izledikten neredeyse 8-9 ay sonra izliyoruz. Bizdeki vizyona giriş tarihi 29 Kasım yanılmıyorsam. Ama biz Bollywood severler bu tarihi bekleyemez ve internete düştüğü andan itibaren hemen izleriz :)

Eğer Shahrukh Khan'ı dev ekranda izlemek isterseniz biraz daha sabır :) Ama, yok ben filmi o zamana kadar bekleyemem diyorsanız internetten online izlemek de mümkün. Karar sizin :)

Bir de, Titli diye bir soundtracki var ki acayip seviyorum bu şarkıyı :)

Şimdilik benden bu kadar dostlar,

Afiyetle, aşkla kalın.





15 Ekim 2013 Salı

Çocuklar Kurban Kesim Sahnelerine Şahit Olmalı Mı?

Bugün Kurban Bayram'ının ilk günü.

 Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’i Allah yolunda kurban kesmeye niyetlenmesinin ardı sıra gökten inen kurban ile başlayan bu güzel ibadetin bir bayrama dönüştüğü gün bugün…

Kurban Bayramı yaklaşırken kurban edilmek üzere seçilir hayvanlar.. 

Kimisi için küçükbaştır kurban edilecek hayvan kimisi için eşi dostu ya da akrabasıyla hisse usulü girilen bir büyükbaş …

Şimdiki nesil belki aşina değil ancak apartman dairelerine mahkum olmadan hemen önceki kuşağın bir çocuğu olarak rahatlıkla söyleyebileceğim bir anım var Kurban Bayramlarına dair...

Kurban Bayram’ı yaklaştığında babamın aldığı koyunu eve getirmesi için sabırsızlanırdık ailece… 

Ben ve kardeşim bayram günü gelene dek, evimizin bodrumuna iner ve severdik o mübarek hayvanı.. 

Bayram günü gelir ve nedense ortadan kaybolurdu o sevimli hayvanlar her seferinde …


Küçükken, çok küçükken; sevdiğiniz hatta duygusal yakınlık kurduğunuz hayvanın birden bire kaybolması anlaşılır gelmiyordu. Sonrasında ise onun öldürülüyor olmasını garipsemiştik çocuk aklımızla.

Duyarlı ebeveynlerimiz defalarca anlatmıştı oysa, onların her biri Allah huzurunda kurban edilmek üzere can atıyorlardı… Hepsi binek olacaktı bizlere Sırat-ı Müstakiym yolunda…

Anlaşılır gibi görünse de anlayamıyorduk çoğu zaman…

Daha da acısı, duygusal yakınlık kurduğu hayvanın, en sevdiği babası tarafından öldürüldüğüne şahit olması…

Böyle bir senaryoya varsa şahit olanlar, sanıyorum ki yazdıklarıma daha da aşina olacaklardır.

Kurban Bayramı yaklaşınca bir Müslüman olarak kurban ibadetinin çocuklara anlatılması yönünde nasıl hassasiyet gösteriyorsam, bir çocuk psikoloğu olarak da kurban kesiminin çocuk psikolojisi yönünden etkilerine duyarlılık gösteriyorum.

Konu kurban ibadeti ve çocuk psikolojisi olunca her kurban bayramında olduğu gibi bu bayram da çocuklar kurban kesimini görmeli mi, kurban kesimi esnasında kan görmek çocuğu şiddete sürükler mi, hangi yaştaki çocuklar kurbanın kesiliş anını görmeli gibi sorular gündeme geliyor.


Geçenlerde bir yazı okudum, bir eğitimci yazar kaleme aldığı yazısında çocukların kurban kesimini izleyebileceğine değinmiş. Hatta işin daha da ilginci, biz psikologları çocukları dinden uzaklaştırmakla itham etmiş.

Bir din psikoloğunun yazısına denk geldim aynı gün içerisinde, o da aynı dertten muzdarip…

Gülümsedim :) Meğer ne de çok seviliyor muşuz bu camiada dedim ve sıvadım kolları.

Madem ki bir çocuk psikoloğuyum, işin asıl uzmanı olarak bu konu üzerinde kendi görüşlerimi ben de sıralayabilirim gayet tabii.

Maneviyatı ailesinden almış, rol model olarak anne ve babasını görmüş ve hamdolsun ki elinden geldiğince dinini bir Müslümanın yaşaması gerektiği gibi yaşama konusunda hassasiyetleri olan bir insan olarak kurban bayramının ve kurban ibadetinin anlam ve öneminin kesinlikle çocuklarımızla paylaşılması, bunun dini bir görev olduğu ve yoksullara yardım etmek gibi sosyal bir boyutu olduğunun izah edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

“Kurban kesimi çocuğa izletilmeli mi?” sorusuna verilecek cevapta kilit nokta çocuğun yaşıdır. Çocuklar on yaşına kadar somut işlemler dönemindedirler. Onlar için var olan somut kavramlar zihinlerinde anlamlıdır ve bu kavramlar arasındaki ilişkiler niteliklidir. On yaşından öncesi için bir çocuğun kurban kesimine şahit olmasının çocukta bazı travmalara yol açabileceğini düşünüyorum.

Burada şunun altını çizmekte fayda var: Her çocuk kurban kesimine şahit olduğunda travma yaşamayacaktır. Kurban kesimi her çocuğu aynı şekilde etkilemez. Çocuğun yaşı ve kişilik özellikleri belirleyicidir.

Ancak çocuğun özellikleri her ne olursa olsun, küçük çocuklar için masum buldukları o hayvanın bıçakla gözleri önünde kesilmesi, kanın fışkırması, birkaç saniye bile olsa hayvanın can çekişmesi çocuk için vahşettir.

Her ne kadar anne baba olarak çocuğa kurbanın dini boyutu anlatılıyor olsa da somut işlemler döneminde olan bir çocuk için asıl gerçek bir iki günlüğüne bile olsa bakılıp beslenilen hayvanın en sevdiği babası, dedesi ya da amcası tarafından öldürüldüğünü görüyor olmasıdır.


Bu açıdan bakıldığında aslında ailelerin kurbanlık hayvan ile çocuklarının duygusal anlamda bağ kurmasının da önüne geçmelerini tavsiye ediyorum. Kurbanlık hayvan ile birkaç gün için bile olsa zaman geçiren çocuklar bazen yoğun duygusal bağlar kurabiliyorlar. 

Sonrasında o hayvanın öldürüldüğünü görmek bir çocuk için travmatik etki oluşturabiliyor. Bu yüzden ömrü boyunca kırmızı et yiyemeyen insanlar tanıyorum –hatta bunlardan bir tanesi bizzat kendi kız kardeşimdir. Nasıl oldu ne şekilde şahit oldu bilmiyorum ama maalesef kurbanlık hayvanın kesildiğine şahit olduğundan beri kırmızı et yiyemiyor.


Kurban Bayramında kurban kesimine şahit olan çocuklardaki travmatik etkilerin sonuçları sadece et tüketmeyle sınırlı değil. Bu durumdan olumsuz etkilenen çocuklarda olayın akabinde alt ıslatma, tırnak yeme, tik belirtileri, yalnız uyuyamama, önceden yalnız yapabildiği aktiviteleri kendi başına sürdürememe, kekemelik gibi durumlar görülebilir. Bunun yanı sıra, çocukta yoğun ölüm kaygısı ve anne babayı kaybetme korkusu gibi anksiyete belirtileri açığa çıkabilir.

Bir uzman olarak ricam, lütfen kestiğiniz kurbanlık hayvanın kanlı kısımlarının bahçenizde ve kurban kesiminin yapıldığı alanlarda çocuklar tarafından görülmesine engel olun. Mümkünse kurban kesimi öncesinde çocuklarınızın kurbanlık hayvanla uzun süreli ve sevecen bir yakınlık kurarak duygusal bir bağ kurmasına engel olun. On yaşından önce çocuklarınıza kurbanlık hayvanın kesiliş anını lütfen izletmeyin. Çocuklarınızı özellikle yaşlarına uygun olarak ölüm konusunda bilgilendirin.

Bu bayramın hiçbir çocuk için travmatik olmaması ve tüm Müslüman Alemine huzur barış sağlık ve mutluluk getirmesi dileğiyle.


Hepinize sevdiklerinizle hayırlı bayramlar!


3 Ekim 2013 Perşembe

“Rab Ne Bana Di Jodi” – “Sende Rabbi Gördüm”



Hiç yolda veya çevrenizde gördüğünüz  ilgi çekmeyen ve hiçbir şekilde göze batmayan en sıradan bir adamın anlatabileceği bir aşk hikayesi olduğunu düşünerek durdurmak istediğiniz oldu mu?

Çoğunlukla hayır!

Peki nasıl olur da böyle sıradan bir adam nefes kesici, duyanları hayrete düşüren ve imrendiren bir aşk hikayesi anlatabilir?

İşte bu, tam da Surinder Sahni’nin başına gelenler aslında. 

Surinder Sahni – temiz kalpli, dinine düşkün bir şekilde sıradan, mütevazi ama bir o kadar monoton bir hayat yaşarken kendisinin tamamiyle zıt özelliklere sahip Taani ile karşılaşır.

 Ve böyle  başlar O'nun aşk hikayesi...

Taani öyle zıttır ki Surinder’den; öyle canlı kanlı, öyle hayat dolu, öyle enerjik… 

  Hayatının tamamı bir tuvaldir ve kendi hayatını gökkuşağının tüm renkleriyle boyar taa ki hayatının tüm dengeleri alt üst olana kadar…

“Rab Ne Bana Di Jodi” – “Sende Rabbi Gördüm”






2008 yılında yapımcılığı “Yash Raj Film” tarafından üstlenen, senaristliği ve yönetmenliği Aditya Chopra tarafından yapılan filmimizin orijinal İsmi “Rab Ne Bana Di Jodi” dir. Aslına bakılırsa filmin Türkçe’ye çevrilişi “Bu Çifti Allah Birleştirdi” şeklinde gerçekleşmiş ancak filmin ana temasını oluşturduğu için çoğu zaman “Sende Rabbi Gördüm” olarak bilinir. Benim kalbimdeki ismi de budur, kesinlikle hakkını veriyor filmin bu isim.
Filmi izlerken mekanın diğer Hint filmlerinden farklı oluşu dikkatinizi çektiyse hemen açıklayayım: Film kendine has lehçesiyle ve güzel şarkılarıyla tanınan Pencap eyaletinin en büyük şehri ve aynı zamanda Sihlerin dini merkezi olarak kabul edilen Amritsar’da çekilmişti.

Filmin başrolleri, Hint sinemasının yıldızlarından Shahrukh Khan ve Anushka Sharma tarafından paylaşılıyor. Burada önemli bir ayrıntıya daha değinmek isterim. Anushka Sharma manken iken ilk defa bu filmle sinema dünyasına adım atıyor. İlk filminde Shahrukh Khan ile birlikte oynaması da Anushka’nın film kariyerine artı bir puan katmış. 



İlk filmi olmasına rağmen Anushka’nın  Taani Gupta rolünü oldukça başarılı oynadığını söylemeden geçemeyeceğim. Shahrukh Khan’a ise zaten söylenecek söz yok. Gözlerimi alamıyorum filmlerini izlerken, o nasıl bir rol yeteneği, nasıl Allah vergisi bir karizmadır…

Shahrukh Khan’ın iki farklı karakteri var filmde. Bir yandan Surinder Sahni olup, gayet mütevazi ve mutaassıp, ailesi olmayan, saf bir yüreği olan iyi karakterli bir büro memurunu canlandırırken, bir yandan da Raj Kapoor olur kabına sığmayan, çılgın ama bir o kadar da sevecen, dans etmeyi seven bir genç olur Shahrukh Khan. 




Kendisinin çılgın hallere bürünmesine oldukça alışığız ancak sırf Surinder rolü için; badem bıyığıyla, ütülü gömleği ve takım elbisesiyle, elindeki çantasıyla bana bir zümreyi anımsatan o halini görmek için bile izlenir :) 

Taani güzel ve heyecan dolu bir kızdır. Sevdiği adamla evlenmek üzeredir. Surinder ise eski öğretmeninin kızı olan Taani ile tam da düğün günü tanışır ve ona derin bir aşkla bağlanır. Ümitsizdir çünkü kalbini çalan kız evlenmek üzeredir.

Kader o anda ağlarını örer ve acı bir haberle damatın da için de olduğu düğün alayının trafik kazası geçirdiği ve bu kazada damadın öldüğü öğrenilir.

Bu olayın şokunu üzerinden atamayan Taani için artık hayat durmuş gibidir, aşka olan inancını kaybetmiştir çoktan. Diğer yandan, kızının bu halini gören babanın kalbi de bu acıyı kaldıramaz ve kalp krizi geçirir. Ölüm döşeğinde eski öğrencisi Sarunder’den kızı Taani ile evlenmesini vasiyet eder ve böylelikle filmimiz başlar.
Taani evleneceği adamı kaybetmenin ardından babasının ölümüyle oldukça sarsılmış ve hayat sevincini kaybetmiştir.

Surinder ve Taani evlenir ancak aynı evin içinde karı-koca gibi değil aksine iki yabancı gibidirler. “Sana eş olarak her türlü vazifemi yerine getiririm yalnızca benden sevgi bekleme, sana verilecek sevgi yok bende” der Taani.

Oysa Surinder en başından beri aşıktır Taani ye.

Film boyunca utangaç, sakin mizaçlı ve oldukça uysal olan Surinder’in; asi, çılgın ve eğlenceli Raj’a dönüşümüne şahit olacaksınız. 

Taani’nin dansa ilgi duyması ve Surinder’in dans kursu için Taani’ye izin vermesiyle başlar her şey. Surinder’in elinde yeni bir fırsat vardır Taani’nin kalbini kazanmak için. Dans yarışmasına katılır kendine verdiği yeni imaj ve kimliğiyle.




 Başarılı da olur Surinder, büründüğü Raj karakteriyle karısı Taani’nin kalbini kazanabilmeyi başarmıştır ancak Raj için sorulması gereken çok daha önemli bir soru vardır şimdi: 
 
Taani gerçekte olduğu gibi olan  Surinder’i mi?

Yoksa kalbini kazanmak için dönüştüğü ancak kendi kocası olduğunu bilmediği Raj’ı mı tercih edecek?

Taani aslında kimi seviyor?

Içten, komik ve Samimi olan Raj'ı mı?

Basit ve monoton olan kocası Surinder’i mi?


 


Bu soruların cevabını bulmak için filmi izlemeye ne dersiniz?

Eğlenceli ve keyifli, duygusal ve hüzünlü bir film olan Rab Ne Bana Di Jodi filmini izlerken en az hikaye kadar müziklere de değinmek lazım.

Her zamanki gibi birbirinden güzel soundtrackleri ile hafızalara kazınan bu filmde benim en sevdiklerim “Tujh Mein Rab Dikhta Hai” ,” Haule Haule” ve birbirinden güzel ve önemli Hint aktristlerin eşlik ettiği “Phir Milenge Chalte Chalte” oldu.

Filmin kapanış müziği olan “Phir Milenge Chalte Chalte” de Kajol’dan tutun Preity Zinta’ya, Rani Mukerji’ye kadar önemli isimler eşlik edince şarkının olduğu kısmı izlemek de ayrı bir keyifliydi :)

Kahkaha ve gözyaşı, neşe ve acı, müzik ve birbirinden güzel danslarla dolu bu aşk hikayesini izleyince her sıradan çiftin de aslında sıra dışı aşk hikayeleri olabileceğini göreceksiniz.


 

En sevdiğim iki replikle bu film yazımı da noktalayayım müsadenizle:

“Eğer birisinde Rabbi’ni görürsen ya da O’ndan bir parça; işte bu gerçek aşktır. Çünkü gerçek aşk acı vermez.”

“Sevda yolunun gezginleriyiz biz,
Tekrar buluşuruz elbet zamanı gelince…”

Rabb’den bir parça bulabileceğiniz insanlar olsun kalplerinizde,

Ve her kim varsa dünya üzerinde, Mevlam en sevdiğiyle buluştursun sevda yolunda…

P.C: Filmi izledikten sonra,  şarkının özellikle bu versiyonunu neden koyduğumu da anlayacaksınız :)

Sevgiler,

Özlem.



BLOG DESIGN-Değmesin Yağlı Boya